Eğer bir önceki Tırmık’ı okumadıysanız ve başlıktaki soru sizin için ilginç ve önemliyse bence dönün önce Cuma günü çıkan yazıyı okuyun...
Yine de siz bilirsiniz... Ama ben Cuma günü kaldığım yerden sürdüreceğim...
Yukarıdaki soruya verilen “ezberlenmiş” cevaplar çoğu kez iki seçenekle sınırlı.
Ya “Evet halk neylerse iyi eyler” diye özetlenebilecek popülist (=halk dalkavuğu) bir cevap geliyor...
Ya da “Hayır, halk eğitimsiz, cahil, o yüzden seçtiğinde hep yanlış seçiyor” diye özetlenebilecek seçkinci (=elitist) bir cevap...
Kanımca yanlışlık cevaplarda değil, soruda.
Soruyu “Hangi halk, nasıl bir halk, ne gibi özellikler taşıyan bir halk doğruyu seçer, iyiyi, kendine yararlı olanı seçer?” diye sorsak ne olur?
Bir kere kolayına kaçıp “evet – hayır” gibi bir cevap olanaksızlaşır çünkü saçma olur. Oturup zengin bir tartışmayı, sorgulamayı ya kendi kendimize ya yakın ya da uzak çevremizle sonuçlandırmamız gerekir.
* * *
Cumhuriyeti kuran kadrolar bu soruya – sanırım- çok da iyi niyetle “eğitim” cevabını verdiler. Halkın eğitilmesiyle sorun çözülecekti. Halkevleri, Milli Eğitim Bakanlığınca yayınlanan klasikler, köy enstitüleri, medreseden çağdaş üniversitelere keskin geçişler, latin harflerinin kabulü, okuma yazma seferberlikleri, devlet tiyatroları, senfoni orkestraları, devlet konservatuarları bu çabanın ürünleri ve kurumları oldu. Bunların her birini tek tek ele almak, amaçlanan ile varılan noktayı deşmek bu yazının çapını aşar. Ama Cumhuriyet tarihinde bu gün ulaştığımız aşamada çıplak gözle seçilebilen gerçekler sorunun böyle yanıtlanmasının eksik, tek yanlı ve yer yer yanlış olduğunu kanıtlıyor. Eğitimin, tek başına eğitimin hiç de sanıldığı gibi sihirli bir reçete olmadığı görüldü.
Öyle ya, bu ülkede tüyü bitmedik yetim hakkını iğrenç bir iştah ve daha da iğrenç bir yüzsüzlükle yiyenler, bankaların içini boşaltanlar, devletin olanaklarını ve kaynaklarını yağmalayan ve peşkeş çekenler eğitimsiz, cahil halk kitlelerinin içinden değil, iyi okullarda okumuş, üniversite(ler) bitirmiş, bir kaç dili iyi konuşan ve toplumda çağdaş cumhuriyet bireyi olarak saygınlık kazanmışların arasından çıktı.
Keza Türkiye’nin en iyi evlatlarını vahşi bir saldırı ile işkence tezgahlarına yatıran, hapishanelerde çürüten, idam eden, demokrasiyi ölümüne sakatlayan, halkı siyasetten, örgütlenmekten ürküterek uzaklaştıran darbeciler de cahil değillerdi; hepsi de yüksek okul düzeyindeki Harbokullarından, üniversite düzeyindeki Harp Akademilerinden mezun olmuşlardı...
* * *
Sanırım yazının bu aşamasında artık “katılımcı demokrasi” kavramına bir göz atabiliriz.
Katılımcı demokrasiyi, önemli konularda halkın oyuna başvurulması ve bunun için de çağdaş teknolojinin sunduğu internet üstünden oyunu kullanmaya indirgeyen kimi eğilimler var. Bu olanak elbette önemli. Ama tek başına hiç bir şey ifade etmiyor.
Katılımcı demokrasi halkın yaşamın her alanına örgütlü olarak katılması, örgütsel kanallarla sesini caydırıcı etkiler taşıyan bir güçle duyurmasıdır. Burada kilit, sesini duyurmak vurgusunda değil örgütlü olmak vurgusunda yatıyor.
“Örgüt” teriminin ürkütücü çağrışımlar yaptırdığı, örgüt lafını duyan apartman yöneticilerinin polise ihbar etmek üzere telefona sarıldığı bir ülkede bu kolay değil. Ama zaten demokrasinin derinlemesine işlemesinin kolay olduğunu söyleyen kim ?
Buyrun size, gelişmiş demokrasi standartlarına sahip olduğu bilinen İskandinavya yarımadasından bir istatistik bilgi: O yarımadada (İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya) yurttaşların (yani halkın) örgütlülük ortalaması: 6. Bu tuhaf rakam şu anlama geliyor: İskandinavyada yaşayan her yurttaş ortalama 6 örgüte üye.
Buyrun size bir de örgütler paleti: Siyasi partiler, spor kulüpleri, öğrenci velilerinin birlikleri, öğrenci birlikleri, kütüphane üyelikleri, e-mail grubu üyelikleri, satranç kulüpleri, gezi grupları, üretici kooperatifleri, tüketici kooperatif ve birlikleri, okuma grupları, kiracı birlikleri, ev sahibi birlikleri, meslek birlikleri, sendikalar, mahalle konsey yada girişimleri, çevre koruma ve savunma birlikleri, boşanmış kadın birlikleri, tartışma kulüpleri... (Offf yoruldum !.. Devamını siz getirin...)
Böylesine büyük, kapsamlı, zengin, değişik bir örgütler ve örgütlenme ağının içinde kendini ifade eden yurttaşın (yani halkın) yanlış seçim yapması kolay mıdır?
Böylesine zengin kanallardan beslenen bir bilinç, seçimini, kendi çıkarına en uygunu bulmayı çok ama çok daha kolay ve isabetli yapmaz mı ?
Son soruya “hayır” yanıtı verenler bal gibi “Hayır çünkü halk(lar) aptaldır” demektedir. O zaman ona sormak gerekir: Anlaşılan sen halk değilsin; peki nesin ?
* * *
Görüyorsunuz sihirli bir reçete yok.
Ama bir reçete var. Uzun, zahmetli bir reçete.
Oysa darbe yapmak ya da popülizme sarılıp halkı pohpohlayıp sandıktan çıkmak hiç de zor değil...