Erbil otellerinde yer yok. Kandil seferine çıkmış habercilerin sayısı 100’ü aştı. Ünlüsü de var, sizin yüzünü hiç görmediğiniz gencecik haberciler, kameramanlar da… Erbil durağında yarını bekliyoruz. Ben arada bir kaçıp, otel odasına çıkıp “Engin Çelebi Seyahatnamesi”ne yeni paragraflar ekliyorum.
Haberciler dedim, eski dilde muhabirler. Genç meslektaşlarım bunlar. Bölgeyi köy adlarıyla, alternatif yollarıyla avuçlarının içi gibi bilen genç meslektaşlarım. Kimi (çoğu) Diyarbakır’dan, kimi İstanbul’dan geldi.
Çoğunluğu televizyon gazetecisi. Kimi kameranın vizöründen bakıyor, kimi kameranın önüne geçmiş canlı yayın arabasının önünde haber geçiyor. Ardından otel lobilerinde toplaşıp sohbet kaynatılıyor. Gazeteci sohbetinde ne konuşulur: Tabii haber…
Şu soruya bakın siz: Acaba canlı yayın araçları Kandil’de basın toplantısının yapılacağı yere kadar çıkabilir mi?
Sorun yol değil, bir alternatif yol bulunur elbet. Sorun buna izin var mı? Gencecik yaşında yıllarını bu bölgede, Türkiye ve Irak Kürdistan’ında haberciliğe vermiş bir meslektaş kendi kendine gülüyor:
- Ne günlere geldik Aydın abi? Kandil’e gitmek sorun değil de, canlı yayın aracını oraya sokabilecek miyiz’i tartışıyoruz. O savaş yıllarıyla şu barış günleri arasındaki farkı bundan iyi anlatacak örnek olur mu?
Barış umudunun bu genç meslektaşların gözlerindeki parıltısını görmemek için ya kör olmak gerek ya barıştan nefret eden bir akbaba…
Yarın ki basın toplantısı aslında sürprizlere gebe filan değil. Olsa olsa ayrıntılar üstüne bilgi edinecek ve sizlerle paylaşacağız. Haberin özü habercilerin gözlerindeki barış ışıltısında yansıyor: Galiba bu defa olacak, galiba bu defa barışa ulaşılacak…
Dönün bu yazının başlığına. “Haberciden al haberi” dedim. Boşuna demedim. Haberi habercilerden aldım ve bir üst paragrafta sizlere de aktardım...