20 Kasım 2009

Güzel Huzursuzluk

Yazıişleri müdürü meslekte gerçek bir acemi çaylak: Aydın Engin. Ankara bürosu tek kişilik dev bir ekip: Uğur Mumcu...

1971 Mart’ıydı. Faşizmin karanlığı henüz ülkenin üstüne tam çökmemiş; o kara ünlü “12 Mart Muhtırası” verilmiş; Demirel Hükümeti istifa etmiş; ama TBMM kapanmamış; sıkıyönetim ilan edilip ülkenin en iyi evlatlarına yönelen kanlı sürek avları henüz başlamamış. Ancak faşizmin habercisi kara bulutlar ülkenin siyaset ve düşünce dünyasının üstüne bir karabasan gibi çökmüş... Tek kanallı (TRT) televizyon ve neredeyse gazetelerin tümü askerlere alkış tutup, “siyasetçiler işleri berbat etti” türküsünü söylemekteler.
Tam da o günlerde haftalık bir dergi yayın hayatına başladı: Yeni Ortam...
Yazıişleri müdürü meslekte gerçek bir acemi çaylak: Aydın Engin. Ankara bürosu tek kişilik dev bir ekip: Uğur Mumcu. Dış haberler Osman Ulagay’dan soruluyor. Başyazarı: Mümtaz Soysal. (Hey gidi Mümtaz Soysal. Nerden nereye! Neyse geçelim...)
Derginin ilk sayısı 12 Mart muhtırası henüz verilmeden hazırlanmış. Ama dergi bayilere ulaştığında 12 Mart muhtırası da –bir gün önce- patlamış...
Derginin başyazısı o günün Türkiyesinin muhteşem bir tablosunu çiziyor: Grev çadırlarında halay çeken binlerce işçi; caddeler, alanlar öğrencilerle, öğretmenlerle cıvıl cıvıl. Ecevit, kırk yılın CHP’sini sağdan, devletin merkezinden çekip sola açmış. Yalnız Marksistler, sosyalistler değil, sosyal demokratlar da alanları dolduruyor. “Toprak işleyenin, su kullananın”, “Tekelleri kuşatacağız” gibi çarpıcı sloganlar sosyal demokratların ağzında alanları inletiyor. Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, öğrenci liderliğinde çıkıp kırlardan kentleri kuşatacak devrimci gerilla örgütüne dönüşmüş hareketlerin başına geçmişler. Türkiye İşçi Partisi’nin “İşçiler, köylüler, marabalar” diye başlayan bildirileri elden ele dolaşıyor. Ülkenin dört bir yanından büyük toprak ağalarına karşı köylü önderlerin örgütlediği “toprak işgali” haberleri yağıyor...
Türkiye fıkır fıkır, cıvıl cıvıl, kımıl kımıl.
Yeni Ortam’ın ilk sayısında Mümtaz Soysal’ın başyazısının başlığı ise iki kelime ve o günün güzel ve adil yarınlar umutlarını yeşerten Türkiye tablosunu harikulade özetliyor: Güzel Huzursuzluk !..
Muhtırayı verenler bu muhteşem yazıyı hiç unutmadılar. Nisan sonunda ilan edilen sıkıyönetimin ardından Mümtaz Soysal da tutuklandı ve Mamak Askeri Cezaevi'ne tıkıldı. Kış gelince eline küreği verip avludaki buzları kırma işine koşuldu ve o başını öne eğmeden, başının gölgesini önüne düşürmeden direndi. Duruşmasında da verdiği demokrasi ve özgürlük dersiyle askeri mahkemenin savcısını da, yargıçlarını da doğup doğacaklarına pişman etti. (Bir kez daha: Hey gidi Mümtaz Soysal! Nerden nereye!)
* * *
Peki 38 yıl öncesine uzanan bu anı nerden çıktı ve neden icap etti?
Çünkü yine Türkiye fıkır fıkır, cıvıl cıvıl, kımıl kımıl da ondan...
Dünün ve yılların tabuları gümbür gümbür, paldır küldür yıkılmakta.
Mesela 72 yıldır susan, konu açılınca sesi korkulu bir fısıltıya dönüşen Dersim’in Alevi Kürt ve Türkleri o günlerin üstündeki kanlı, kirli örtüyü yırtıp atmak için TV’lerde, gazete sayfalarında, miting alanlarında, cemevlerinde, sokaklarda, kahvelerde (“Cafe”lerde değil kahvelerde) tutkuyla konuşuyorlar. Türkiyle 1937 Dersim’ini tartışıyor. Savunanlar, sorgulayanlar, kızanlar, hatırlayıp ağlayanlar... Ama tartışılıyor...
Türkiye’nin en tabu kurumu ordu, hatasıyla sevabıyla tartışma masasına uzatılmış. Bir TV kanalında “Genelkurmay Başkanı’nı kim, nasıl görevden alabilir” sorusuna hukuksal ve siyasal cevaplar aranıyor. Çok değil 30-40 yıl öncesinde bir yurttaş böyle bir tartışmanın içinde olduğunu rüyasında görse sabaha dudakları korkudan uçuklamış olarak uyanırdı.
AKP’nin Türkiye’yi şeriat karanlığına sürükleyip sürüklemeyeceği alabildiğine tartışılıyor. Hükümetin tepesindekiler öfkeden diş gıcırdatsalar bile bu tartışmayı önleyemeyeceklerini biliyorlar.
Çok değil 30 yıl önce bir Tırmık’ta “Türk ve Kürt halkları” dendi ve sadece bu dendi diye yazan gazeteci askeri mahkeme tarafından 6 yıl hapse mahkûm ediliyor ve Askeri Yargıtay bu kararı onaylıyor ve... Ve bugün Türkiye “Kürt açılımı” başlığı altında Kürt sorununu tartışıyor. Kimi yandaş, kimi karşı, kimi savunuyor, kimi “Türkiye bölünür” diye feryat ediyor ama... Ama Türkiye Kürt sorununu tartışıyor...
Daha sayayım mı?
Ergenekon... Faili meçhul cinayetler... Savaşta öldürülen çocuklar... Kemalizm... Özalizm... Fetullah Hoca cemaati ve dinin siyasallaşması... OYAK ve ordunun kapitalizmle bağlaşıklığı... Medya ve medyadaki kirlenme... Laiklik... İslam ve demokrasi... Sivil toplum... Yargı erki... Siyasi partiler ve liderleri ve liderlerin saltanatı...
* * *
Yoruldum. Gerisini siz getirin...
Ama kabul edin ki Türkiye fıkır fıkır, cıvıl cıvıl, kımıl kımıl.
Kabul, Türkiye gergin, Türkiye huzursuz...
Ama bu huzursuzluk “güzel huzursuzluk!”

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"