Almanya’ya göçün 50. yılındayız. 1961’de İtalyan, Portekiz, İspanyol, Yunanlı emekçilerle başlayan “yabancı işçi göçü”ne, hemen hemen aynı yıl Türkiyeli emekçiler de katıldı.
Savaşın yaralarını sarmış; yakılıp yıkılan kentleri ayağa kaldırmış; yıkıntıları ortadan kaldırmış; inşaat seferberliğiyle kentleri adeta “yeniden doğurmuş” Almanya şimdi sanayiini ayağa kaldırma aşamasındaydı. Milyonlarca “erkeği”ni savaşta yitirmiş ülkede kapatılması güç bir “işgücü” açığı vardı. O yüzden “işgücü ithalatı”nda başı o çekti. Onu Hollanda, Belçika, Fransa, Avusturya izledi.
Almanlar gelenlere “Gastarbeiter” diyorlardı, misafir işçi.
Türkiye de Almanya’ya (sonra Avrupa’ya) ihraç ettiği işgücüne benzer bir ad taktı: Gurbetçi !..
Bir kavram, en azından bir sıfat olarak gurbetçi dildeki yaygın kullanılışına 1950’li yıllarda kavuştu. Anadolu’dan özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan sırtına ince şiltesini, yorganını, iki kat çamaşırını yükleyip “kapitalistleşme”nin hız kazanmaya başladığı İstanbul’un yolunu tutanlara gurbetçi dendi. Gurbetçiler kış aylarında İstanbul’da inşaatlarda “kara işçi” olarak çalışıyor; ilkbahar sonunda köyüne dönüyor; harmanı kaldırıyor; “gurbette” kazandığı paralarla karısına, kızına, anasına fistan kumaşı, babasına, oğluna pabuç, mintan, ceket alıyor; kışlık erzakı, şekeri, gazyağını, tuzu da tamam ettikten sonra yeniden ince şiltesini ve yorganını sırtlayıp İstanbul’un yolunu tutuyordu...
“Gurbet”e gidilir, bir kaç ay kalınır, sonra da “sıla”ya dönülür; sonra yine gurbete gidilir; sonra yine sılaya dönülür; sonra yine...
Onlara gurbetçi denirdi.
Gurbette uzun kalanlara köydeki gelinler “Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun” diye acıklı türküler yakarlardı...
Uzun kalanlar gitgide dönmez oldular. İnşaatında kara işçi oldukları fabrikalara “kara işçi” girdiler. Sonra köydeki karısını, çocuklarını yanlarına aldılar. Kentleri kuşatan gecekonduları kurdular; kentlerin yeni nüfusunu oluşturdular.
Artık onlara gurbetçi değil işçi dendi...
* * *
Peki 50 yıl önce, 40, 30 yıl önce Almanya’ya göç etmiş; Almanya’da kazandıkları ile evine de, köyüne de refah ve fiyaka getirmiş; ama son yılların tatillerinde artık köyüne değil Alanya’ya, Antalya’ya, Marmaris’e, Fethiye’ye, Didim’e, Kuşadasına gelmeye başlayan; oralarda kendine yazlık alan; tatilde Türkiye’ye gelmekten sıkılınca yavaş yavaş İbiza’ya, Girit’e, Gran Kanarya’ya, İtalya’nın Adria kıyılarına gitmeye (de) başlayanlara hâlâ gurbetçi denebilir mi?
Bizde deniyor.
En çok ve en sık bizim spor medyasında kullanılıyor: Gurbetçi... Ama medyanın öteki kesimlerinde de az rastlamıyoruz.
Almanya’da doğup büyümüş; Türkçeyi kıvıramayan; Real Madrid’te top koşturan Mesut Özil gurbetçi ! Almanya’nın üçüncü (yakında belki de ikinci) partisi Yeşiller’in eşbaşkanı, uzun yıllar Federal Almanya Parlamentosu üyeliği yapmış Cem Özdemir gurbetçi ! Cannes Film Festivali’nde jüri başkanlığı yapacak kadar dünya sinemasının en üst basamaklarına tırmanmış; Türkçeyi kırık konuşan, uluslararası film yarışmalarında Almanya’yı temsil eden Fatih Akın gurbetçi ! Porno starlığı ile başladığı sinema serüveninde şimdi Almanya adına oscar ödülleri için yarışan Sibel Kekilli gurbetçi ! Dünyanın ilk dört büyük ekonomisine sahip Almanya’da turizm devi bir şirket yaratan, Sosyal Demokrat Parti milletvekili, Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu üyesi Vural Öger gurbetçi !..
Daha çooook sayarım... Ama saçmalığı, gurbetçi teriminin Türkiye medyasında ve toplumunda abuk sabuk kullanımını göstermek için sanırım bu kadarı yeter...
* * *
Bunları niye yazdım?
Ya da “Eeee, n’olmuş?”
Hiiiç... Sadece önümüzdeki bir iki gün sayıları Almanya’da 3 milyonu, bütün Avrupa’da 4,5 milyonu çoktan geçmiş gurbetçiler(!) üstüne bir, belki iki Tırmık yazma niyetindeyim. Bu yazı onlara bir giriş olsun istedim de...