Önce iki güncel olay:
Deniz Baykal istifa etti. İstifasını açıklarken, “Komplo” dedi, “Bu işin içinde devlet var” dedi. “Bu komployu yapanları bulup çıkarmak Hükümetin görevidir” dedi. Ama bir de ve durup dururken, daha sonra bunu neden dediğini kimselerin anlamlandıramadığı bir ek daha yaptı:
“...Bu çerçevede başka bir sorumlu arayışına çıkacaklara yardımcı olmak üzere, Amerika Birleşik Devletleri'nden, Pennsylvania'dan aldığım üzüntü ve destek mesajlarının samimiyetine inandığımı da söylemek isterim."
Bu “ek” cümlenin anlamı açık: Baykal, “Kaset olayı ile Fethullah Gülen ve cemaatinin hiçbir ilgisi ve ilişkisi yoktur” dedi.
Baykal’ın bu sözleri epey yoruma, değerlendirmeye konu oldu. Kanımca bunlar arasında en önemlisi “Baykal, hükümetin omurgasını oluşturan Nakşibendi - Nurcu koalisyonunda Nurcu (Gülen hareketini) kanadı kolladı ve böylece koalisyonunun tarafları arasına kama sokmayı amaçladı” diye özetlenebilecek görüştü.
Böyle düşünenler Baykal’ın daha istifası sırasında dönüş sinyalleri verdiğini ve dönüşünde Gülen hareketi ile iyi ilişkiler kuracak bir yönelime girdiğini vurguladılar.
Ama Baykal dönemedi. Artık CHP Genel Başkanı değil ve ileride yeniden bu koltuğa oturması imkansız değilse bile pek zor...
Böylece Baykal’ın o pek de anlamlandırılamayan “Pennsylvania” vurgusu adeta havada kaldı ve unutulmaya başladı.
Derken Gazze yolunda Mavi Marmara olayı patladı.
Olayın yakıcılığı bitmeden, cenazeler Türkiye’ye henüz gelmişken ve henüz cenaze törenleri yapılırken bu kez de Fethullah Gülen’in demeci patladı.
Gülen, Amerika’nın en etkili gazetelerinden, hem ABD finans dünyasının hem ABD siyasetinin nabzını tutan, yansıtan Wall Street Journal’e (WSJ’e) bir demeç verdi. Yanlış anlaşılması, amacını aşacak ölçüde yorumlanması mümkün olmayan bir demeç... Gülen, Mavi Marmara sefere çıkmadan İsrail devletinden izin alınması gerektiğini belirtiyor ve egemen bir devlete “itaatsizlik” yapılmasını doğru bulmadığını açıklıyordu...
Bu siyasal bir “bomba” idi. İktidarın AKP kanadının açık desteği olan bir eyleme, iktidarın bir başka kanadından açık seçik bir itiraz gelmişti.
Gülen’e yakın kalemler “Öyle değil canım... Demeç filan yok. Fotoğraf çekmeye gelen WSJ muhabirine fotoğraf çekimi sırasında söyleniveren birkaç cümlecik demeç olarak değerlendirilmemeli” biçimindeki açıklamalarla olayın önemini hafifletmeye çabaladılar.
Aynı çabaya Baykal’ın yukarıda aktardığım “Pennsylvania” vurgusu sırasında da başvurulmuş; “Yok canım, Hocaefendi arayıp öyle dememiş; yakınındakilere olaydan duyduğu üzüntüyü ifade etmiş,onlardan biri de hemen Baykal’a telefon edip o sözleri ve üzüntüyü aktarmış” filan gibi paragraflar döktürülmüştü.
Ne “Pennsylvania”, ne “Mavi Marmara” sonrasında Gülen’den gelen sözler ona yakın kalemlerin hafifletme çabalarından etkilendi. Bu bal gibi siyasal bir tavırdı ve bu tavrın tek tek “Pennsylvania” ve “Mavi Marmara” olaylarını aşan bir anlamı vardı.
Nitekim daha Pennsylvania olayı sırasında AKP yönetiminden Ayşe Böhürler, T24’ten Selin Ongun’un sorularını yanıtlarken “Gülen hareketinin bir dini cemaat mi, yoksa siyasal bir örgüt mü” olduğu konusunda kafasının karıştığını açıkça ifade etmişti...
* * *
Buraya kadar okuduklarınıza bir “analiz yazısı” denemez. Öyle bir yazı için yeterli bilgi yok. Ama iktidarı oluşturan “gayri resmi” koalisyonun tepelerinde bir şeyler olduğu da besbelli.
Kılıçdaroğlu ile CHP oylarında bir yükseliş yaşandığı gerçek. Kılıçdaroğlu ve ekibin bu yükselişi seçimlere kadar diri tutmayı başardıkları takdirde AKP’nin tek başına iktidarı zaten zora girmiş demektir. Şimdi buna Gülen cephesinden gelen sinyalleri de ekleyin...
Şimdilik bu tesbitle yetinelim. İktidarın tepesinde bir “Gülen çatlağı” oluştuğunun altını çizelim ve bir süre daha olayların gelişmesini bekleyelim...