25 Haziran 2019

Gezi iddianamesi: Bir hukuk ayıbı

Onları böyle bir iddianame ile yargılayan bir hukuk düzeni bu ülkenin yüzünün nesi?

23 Haziran İstanbul seçiminin tadını çıkarmaya devam etmeye niyetliydim.

AKP Reis'inin "Kürtler de insandır" diyecek kadar zembereğinin boşalmışlığını, sabah akşam ekranlardan, kendi uydurduğu "Rabia" işaretiyle PKK'ye, PKK üstünden HDP'ye, HDP üstünden Kürt siyasal hareketine, Kürt siyasal hareketi üstünden bu ülkenin çok milyonluk Kürt yurttaşlarına sövüp sayarken birden Kürt oylarını tırtıklamak, en azından sandığa gitmelerini önlemek için Osman Öcalan adlı dönek denmeye bile değmeyecek bir adamcağızı TRT ekranlarına taşımasını tırmıklamanın keyfini...

Ardından AKP Reisi'ni bir yana bırakıp 23 Haziran'a giden süreçte başrollerden birini oynamaya kalkışmış, bonservisi Ağar Spor'da olup, AKP Spor'da kiralık siyasetçi olarak işbaşı yapan Süleyman Soylu'ya geçecektim.

Hatta bir iki satırla da olsa, 31 Mart sonrasındaki seçimi yeniletme çabalarının baş kahramanlarından AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Seçim İşleri Başkanı Ali İhsan Yavuz'u 23 Haziran'dan sonra göremeyişimizden, sesini duyamayışımızdan, o harikulade mantığıyla bir kez daha karşılaşamamızdan duyduğum derin üzüntüyü dile getirip Tırmık'ı kendim için daha da keyifle hale getirmeye niyetliydim.

Ben yazarken bu kadar tat alırsam okurlar da az da olsa keyiflenirler diye düşünmüştüm.

Kısmet değilmiş...

*   *   *

Önceki gün seçimdi.

Dün Gezi davasının duruşması başladı. Bugün de duruşma devam edecek.

Şu son iki cümle bile öfkelenmeye, çok öfkelenmeye yeter. O iki cümle yüzünden ne Pazar günkü İstanbul seçiminin keyfi kaldı, ne sevinci...

602 gündür yargıçların karşısına çıkarılmadan Silivri zindanında tek başına kaldığı bir F tipi hücrenin beton avlusunda volta atmak zorunda bırakılmış kadim arkadaşım Osman Kavala o davanın sanığı.

Kişisel tanışıklığım yok ama etkinliklerini izlediğimde çocuklarla yaptığı işin ölçülmez değerini ve çalışkanlığını -adeta- kıskanarak izlediğim ve 220 gündür  Silivri'de "zorba devletin konuğu" olarak ağırlanan Yiğit Aksakoğlu o davanın sanığı...

Kadim arkadaşım, iyi mimar, çok daha iyi yurttaş Mücella Yapıcı, avukatlığını para kazanmak için değil hak savunucusu olarak sürdüren, o yüzden de aramızda  "çulsuzun teki" diye anılan iyi hukukçu Can Atalay, gözlerinin içi hilesiz gülen genç arkadaşım Çiğdem Mater o davanın sanığı...

Daha niceleri, hatta mesleğini ve sadece mesleğini yaptığı için AKP Reisi'nin "baş düşmanlar listesi"ne yazdığı Can Dündar arkadaşım ile iyi oyuncu, sorumlu sanatçı Mehmet Ali Alabora bile o dosyaya tıkıştırılmış, Gezi'de kanlı bir ihtilal yapıp AKP Reisi'nin iktidarını devirmek istedikleri için yakalanırlarsa  onlar için de "ömür boyu hapisçik" isteniyor.

Dün bütün günüm Gezi Davası iddianamesini okumakla geçti.

İddianameyi okumaya sık sık ara verdim. Çünkü gün boyu duruşma salonundan haberler geliyor. Haberlerde ortak umut, ortak dilek, ortak beklenti iki günlük duruşmanın sonunda Osman Kaval ile Yiğit Aksakoğlu'nun tahliye edilmesi.

Anlaşılan o ki bir tahliye kararı çıkarsa çok sevinilecek.

Doğru. Ben de çok sevineceğim.

Ama bu sevinç o davaya ilişkin ana soruları gölgeliyor.

Sorulması gereken sorular çok yalın:

Bir: Hukuk fakültesinde eğitim görmüş olması gereken bir savcı böyle bir iddianameyi nasıl yazabilir; böyle bir ayıbın altına nasıl imzasını koyabilir?

İki: Bir yargılamanın başlayabilmesi için soruşturma savcının iddialarının ciddi bulunup yazdığı iddianamenin kabul edilmesi gerekir. 657 sayfa dolusu bomboş bir iddianame İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. Ağır ceza mahkemesi yargıçlığına kadar yükselmiş hukukçular böyle ayıplı bir iddianameyi ciddi bulup nasıl kabul edebildiler?

Üç: Bugün tutuklu sanıklar tahliye edilir ya da edilmez. Onlar başlarının gölgesini önlerine düşürmeyecek kadar onurlu ve kararlı ve bu ülkenin yüz akı aydınlar. Peki, onları böyle bir iddianame ile yargılayan bir hukuk düzeni bu ülkenin yüzünün nesi?

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"