Bir icat yaptılar. Adını "Cumhurbaşkanlığı Sistemi" koydular. Başkanlık sistemi ile yönetilen ülkelere benzemesin istediler.
Haklıydılar da.
Başkanlık sistemi devletin üç temel bileşeninin, yasama, yürütme. yargı kuvvetlerinin birbirlerinden kesin ve keskin çizgilerle ayrıldığı; denetleme, hesap verme süreçlerinin ciddiye alınarak yürütüldüğü sistemlere deniyor.
Cumhurbaşkanlığı sistemi bunlardan farklı.
Yasama erki göstermelik hâle getirilmiş. Muhalefetin milletvekilleri kürsüde konuşarak, soru önergesi filan vererek oyalanıyorlar. Yargı erki teslim alınmış. Anayasa’ya göre yargının bağımsız olması gerekiyor. Zaten öyle. Yargı artık bağımsız. Hukuktan bağımsız…
O yüzden ülke başkanlık değil Cumhurbaşkanlığı sistemi ile yönetiliyor.
* * *
Bu sisteme AKP elebaşıları "yeni Türkiye" adını taktılar.
Haklılar. Bu yeni bir Türkiye.
Yeni Türkiye’nin bize yeni kazandırdıkları arasında "devlet adamı" olarak tanımlanan yeni siyasetçiler var.
Bunlar seçilmiş milletvekili değil. Atanmış bakan da değil. Saray’ın danışmanlar ordusunda da değiller. Onlar siyasal varlıklarını ve ne kadar süreceği belli olmayan siyasal geleceklerini tümüyle AKP Reisi’ne bağlamış yeni yetme siyasetçiler…
Cumhurbaşkanı -Korona önlemleri bağlamında- sanal bir Bakanlar Kurulu toplantısı yapıyor. Bütün bakanlar Cumhurbaşkanını ekranda görüyor; ekranda dinliyor; talimatları ekranda alıyor; ekranda "baş üstüne efendim" diyorlar.
Ama Cumurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun oradalar. Cumhurbaşkanı ile birliktelikleri sanal alemde değil, aynı masada...
O kadar önemliler yani. Sistemin o kadar önde gelenleri yani…
İbrahim Kalın bir başka yazıya kalsın. Fahrettin Altun ise başka yazıya kalmasın, bu Tırmık’a gelsin.
Çünkü AKP Reisi’nin ve AKP’lilerin başını fena halde ağrıtan, oturdukları iskemleye konmuş bir raptiye gibi canlarını yakan, eski AKP’li, yeni muhalif parti DEVA’nın başkanı Ali Babacan, kendisi ile yapılan bir TV söyleşisinde AKP Reisi’nin dolayısıyla Fahrettin Altungillerin tüylerini diken diken eden, küplere bindiren cümleler kurdu.
Ali Babacan’ın o söyleşide gazetecinin "Diyelim seçimi kazandınız iktidara geldiniz. İlk işiniz ne olacak" sorusuna verdiği ve Erdoğan’ı ve Fahrettin Altungilleri çileden çıkaran cevabını aynen aktarıyorum:
"…Ülkenin en önemli sorunlarından birisi özgürlük. Özgürlük ortamını oluşturmak siyasi irade meselesi… Bir parmak çıtlatmadır. O kadar. Ey basın, gazetecilerimiz, köşe yazarlarımız, arkadaşlar bundan sonra özgürsünüz, istediğinizi yazın; evrensel hukuk kuralları içerisinde özgürce yazıp çizin. Biz artık size karışmayacağız. Hemen hemen… Düşünce suçu sebebiyle hapiste kim varsa, Meclis’in birinci günü, birinci maddesi bu. Düşünce suçlarını hemen serbest bırakın. Onu görsünlerki başkaları da özgür düşünmeye başlasın..."
Ali Babacan’ın söylediklerine resmi cevap, resmi olarak siyasetçi değil, bir devlet memuru olan Fahrettin Altun’dan geldi.
Ama ne cevap… Ama ne mantık…
Onun can alıcı cümlelerini de aynen aktarıyorum. Lütfen dikkatle ve zor ama yine de ciddiye alarak okuyun:
"… Terör suçunu, düşünce suçu olarak gösterme gayreti içinde olanlar ne yüz yıllık mücadeleyi, ne de tehditleri kavrayabilmişlerdir. Hangi gelişmiş demokraside; darbe yapanlar, terör ve şiddete bulaşanlar düşünce suçlusu olarak kabul edilir? Meşru yönetime darbe yapmaya çalışanları, çocuk-kadın, genç-yaşlı demeden öldürenleri, uzaktan bombalarla cana kıyanları düşünce suçlusu olarak görmeyeceğiz."
Nasıl cevap ama?..
* * *
Ali Babacan benim ve benim gibi birçokları için ideolojik çizgisine katılmadığımız, benimsediği serbest piyasa ekonomisi ve yeni liberalizm çizgisinin neredeyse tam tersini savunduğumuz ancak tavrıyla, tutumu ile ciddiye alınması gereken uygar, nazik bir siyasetçi.
Yukarıda alıntıladığım cümleleri ise burjuva demokrasisinin su katılmamış bir ilkesi.
Peki Fahrettin Altun’un cevabı ne?
Ali Babacan’ın darbecileri düşünce suçlusu olarak tanımladığı değil tek bir cümlesi, tek bir kelimesi yok. Adam altını çize çize şiddet kullanan, darbeye karışan, yurttaşlarını öldürenlerden değil düşünce suçlularından söz ediyor.
Yani 3 yıldan 8 yıla kadar çeşitli cezalara çarptırılan Cumhuriyet davası sanıklarından, yani Ahmet Altan’dan, yani Barış Terkoğlu’ndan, Barış Pehlivan’dan, yani şiddeti reddettiğini defalarca açıklayan Selahattin Demirtaş’tan, yani "barış güvercini denmeye en çok yaraşan tanıdığın kimdir" diye sorsalar duraksamadan adını söyleyeceğim Osman Kavala’dan, yani cezaevindeki yüzlerce kadın ve erkek gazeteciden söz ediyor.
Fahrettin Altun ise topu taca atmayı bile beceremeden laf ebeliğinin daniskasına sığınıyor.
O yüzden bu yazının başlığı pek münasip düştü:
Fahrettin Altun diye biri tatara titiri…