Çok uzak olmayan günlere giderseniz başlıktaki cümleyi kolayca hatırlarsınız. 50 yıl öncesine kadar siyahların, beyazlara ait okullara gidemediği, beyazlara ayrılmış otobüslere binemediği, bunların üstelik resmen yasaklandığı eyaletlerin sayısının hiç de az olmadığı Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) bir gün gelip de bir karaderilinin devlet başkanı olabileceğine kimseler inanmıyordu. Ama Stanford Üniversitesinde bir avuç öğretmen ve öğrenci; bir avuç kadın ve erkek “Yes, we can” dediler, “Evet, yapabiliriz”... Sonra...
Sonra milyonlar ayağa kalktı ve yineledi: “Yes, we can”, “Evet, yapabiliriz”...
Yaptılar da... Barak Obama adlı bir karaderili bugün ABD Devlet Başkanı.
* * *
Ama gelin biraz daha gerilere gidelim.
1996 Kasım’ında Susurluk yakınlarında kamyon, Mercedes’e çarptı. Türkiye’nin lağımdan betere dönmüş karanlık yüzü ortalığa saçıldı. Devlet adına her türlü yasadışı pisliğe, cinayete, uyuşturucu ticaretine gırtlağa kadar bulaşmış çeteler günışığına çıktı.
Devletin derinliklerinde yuvalananlar kökü çok eski yıllara dayanan bir refleksle olayı örtbas etmek için kolları sıvadılar. Az daha başarıyorlardı da..
Ama 1997 Ocak’ında, yani “kaza”dan bir ay kadar sonra, “Susurluk’ta açığa çıkanın üstünün örtülmesine itiraz ediyorum” diyen altı-yedi kişi İstanbul’da bir araya geldiler. Bu çok küçük, sesi henüz duyulmayan bir “Evet, yapabiliriz” toplantısıydı. Bir çağrı yaptılar: Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık!..
1997 Şubat’ı boyunca Türkiye, daha önce tanık olunanlarla ölçülemeyecek kadar büyük, kitlesel ve etkili bir sivil eyleme sahne oldu. Milyonlarca evin pencereleri bir ay boyunca ateş böceklerine döndü: Çıt karanlık, çıt aydınlık!
Susurluk örtbas edilemedi. Tamam sonuna kadar gidelemedi ama örtbas da edilemedi. Yeni Susurluk çetelerinin önü kesildi. Milyonlarca yurttaş açık seçik haykırmıştı: Evet, yapabiliriz!..
Yaptılar, başardılar da...
* * *
Biraz daha yakın günlere gelelim. Yine bir şubat ayında, 2003’de. Neoconlar denen vahşi (hem de ne vahşi) kapitalizmin elebaşılarının iktidar iplerini elinde tuttuğu ABD, Ortadoğu’nun en büyük petrol kaynağının üstüne oturmak için, utanç verici bir “Irak’a demokrasi götürmek” yalanına sığınıp Saddam’a çullanmaya karar verdi. Bunun için Türkiye’den de katkı istedi.
Yine bir avuç kadın ve erkek bir araya gelip “Irak’ta savaşa hayır” demek için görüş birliğine vardılar. Hükümet ABD’nin dümen suyundaydı. Büyük medya Saddam’ın devrilmesini bir demokrasi ve özgürlük zaferi gibi sunmak için harekete çoktan geçmişti. Bütün koşullar sadece umutsuzluk aşılıyordu. Ama yine de bir avuç kadın ve erkek “Evet, yapabiliriz” diye sessizce haykırdılar; birbirlerine kenetlendiler.
Sonra...
Sonra bir avuç kadın ve erkek bin avuç, milyon avuç, çok milyon avuç kadın ve erkeğe dönüştü.
Türkiye tarihinin en büyük antimilitarist eylemlerine beşiklik etti. Sosyalistler, sosyal demokratlar, liberaller, dürüst müslümanlar sokaklarda, TBMM kapılarında, alanlarda buluştular, “Irak’ta savaşa hayır” dediler. Kendilerine, güçlerine, hünerlerine, yaratıcılıklarına, inatlarına, öfkelerine, inançlarına, çalışkanlıklarına güveniyorlar; ”Evet, yapabiliriz” diyorlardı.
Yaptılar, başardılar da. Türkiye Irak savaşına bulaşmadı, eline komşu kanı bulaştırmadı...
* * *
Yani başarmak için önce “Evet yapabiliriz” demek; diyebilmek gerek. Kaç kişi olunduğunun hiç önemi yok. Varsın bir avuç olsun... Bir avuç kadın ve erkek... Yeter ki “Evet yapabiliriz” desinler”.
12 Eylül Anayasası bu ülkede yurttaşlara giydirilen bir deli gömleğidir. Bugüne kadar orasından burasından tamir edilmeye çalışıldı. Bu defa biraz daha ciddi bir tamirat girişimi var. Ama bu deli gömleği yama tutmaz. Onu fırlatıp atmak gerek.
Yani dört kez bizsiz yapılan Anayasalara bir cevap verelim. Kendi Anayasamızı kendimiz yapmak üzere yola çıkalım. Hazır toplum, 87 yıllık Cumhuriyet tarihinde olmadığı kadar Anayasa ile az ya da çok ilgilenmişken; hazır Anayasa ülke gündemine oturmuşken...
Kravatlı mollaların iplerini elinde tuttuğu AKP’den de, milliyetçilik batağında el ele tutuşup ayakta durmaya çalışan CHP – MHP’den de medet ummadan; yani yolumuzu kendimiz çizip, kasaba minnet etmeden sivil, özgürlükçü, demokratik ve eşitlikçi bir anayasa için kolları sıvayalım.
Vakittir.
Başlangıçta belki bir avuç ve kadın olacağız. Yılgınlar, umutsuzlar, tembeller önümüzü kesmeye çabalayacaklar; “Olmaz, artık olmaz” diye umutsuzluk saçacaklar ve kollarını kavuşturup sefil bir tembelliğin kucağına oturacaklar.
Olsun.
Yeter ki önce biz “Evet, yapabiliriz” diyelim; diyebilelim...
Hayat kaç kez kanıtladı işte: Evet, yapabiliriz!..