Gözlerimle görüp kulaklarımla duymasaydım inanmaz, bu Tırmık'ı yazmazdım. Ama gördüm ve duydum.
Hani Facebook, Youtube gibi kanallarda sürüsüne, sayısına bereket "sokak röportaj"ı denen yayınlar var ya, yanlış bir linke tıkladım ve iyi ki tıklamışım. Üstünde -doğru okuduysam- "Sorduk TV" gibi bir logo işlenmiş bir mikrofon İstanbul'da sokaktaki yurttaşlara uzatılıyor ve soruluyordu:
- Ekonominin durumu için ne düşünüyorsunuz?
Sakalları ağarmış bir "emmi" mikrofon uzatılanların sözlerini dinliyordu. Birden mikrofon onun burnuna dayandı. Şaşırmadı, hatta kendisine söz verildiği için sevindi de. Sivas-Erzincan yöresinden pek sevimli bir Türkçe ile ve iştahla konuşmaya başladı.
- Bak yegenim, şimdi yukarda Allah var, doğruya doğru, eğriye eğri. Duzu guru olanlara gulak asma sen. Şimdilerde zorlanıyoruz. Fiyatlar aldı başını gidiyor. Lakin düzelecek. Sabır, az birez sabır. Ondan sonrası golay olacak…
- Ondan sonrasında ne olacak da kolay olacak amca?
- Yeğenim başgan, Erdoğan başgan dedi, duymadın mı. Eski usül artık mülga. Yani galkıyor. Bundan böyle Çin şeysi…
- Modeli.
- Hah, yaşa yeğen. Çin modeline geçilecek. Yani sabır, az biraz sabır…
Delikanlı tam da yeri gelmişken "Çin modeli nasıl bir şey amca" diye sormayı akıl edemedi, bir zeka kıvraklığı gösteremedi.
Ben de zaten gülmekten ötesini pek izleyemedim…
* * *
Çin modeli nedir, nasıldır, AKP Reisi o modeli neden benimsedi, o model uygulanınca Türkiye'de ne olacak, olanlar kime olacak...
Uhhuuuu… Bir dizi soru işte.
Bunlarla oyalanmayalım. Ben size birinci elden dinlediğim iki olayı anlatayım. Hem Çin modelinin ne olduğunu kestirmeden öğrenin, hem de başımıza gelecekleri gözünüzde şimdiden canlandırın…
İstanbul'ta Tahtakalede "takı işi" yapan atılgan bir girişimci Türk, 1990'ların sonuna doğru, Çin'le ilgili duydukları üstüne fazla incelemeyle zaman yitirmeden atladı, Çin'e gitti.
Beklemediği bir ilgi ile karşılaştı. Ona köy irisi, kasaba ufağı bir yerleşimde yer gösterdiler. Kuracağı fabrikanın arsasını bedava sundular. Arsanın altyapısı, su, kanalizasyon, elektrik filan mükemmele yakındı. Girişimci yurttaşımız kolları sıvadı, prefabrike bir fabrika binası kurdu. Türkiye'deki takı deseni üreten genç tasarımcılardan aldığı modelleri getirdi. Kısa, epey kısa bir sürede 3.000 (Yazıyla: Üç bin) işçi çalıştıran bir üretim tesisi kurdu. O günlerde Türkiye'de benzer işlerde çalışan işçilerin ortalama ücreti 300 Amerikan Doları düzeyindeydi. Çin'deki 3.000 işçi ise 150 dolar alıyor ve iyi gelirli bir işe sahip olduklarını düşünüyorlardı.
Takı fabrikası kısa sürede Batı başkentleri dahil pek çok ülkeye ve kente çok "ehven" fiyatlarla incik, boncuk, küpe, yüzük, bileklik, saç tokası ihraç etmeye başladı.
Çin modelinin bir yüzünü (aslında içyüzünü) aktardım.
* * *
Buyrun bir tane daha.
Almanya'da tekstil işi yapan Sırp kökenli orta boy bir işadamı güçlü sendikaların basıncına dayanamadı. "Bu ücretlerle bu işi yapmayacağım" dedi. Tezgahı kapatma kararı alacakken, ona da Çin üstüne ağız sulandıran bazı söylentiler ulaştı.
O da atladı, Çin'e gitti. Yine 1990'ların sonuna doğruydu.
Benzer bir öykü başladı.
Ona da bir kasabada kocaman bir arsayı bedavaya sundular. Altyapısı filan eksiksiz bir arsa. O da prefabrik malzeme ile kocaman bir fabrika kurdu. Tezgahlarını, kumaşlarını Almanya'dan getirdi. Önce üstünde İngilizce komik yazılar olan t-shirtler üretme niyetindeydi. 400 dolayında işçi çalıştırmayı planlamıştı.
Çin Komünist Partisi'nin (ÇKP) kasaba yönetimi ona inanılmaz bir teklif yaptı.
Eğer 1.200 işçi çalıştıracak bir işletme kurarsa ve işçileri kadın ya da erkek ama sadece gençlerden seçerse bir yıl boyunca (12 ay yani, 365 gün yani) işçi ücreti ödemeyecekti.
Tito Yugoslavya'sında büyümüş ancak göçmen işçi olarak gittiği Almanya'da "kapitalist girişimcilik" ruhu ile donanmış tekstilci teklifin ciddi olduğunu anlayınca hemen kolları sıvadı ve kumaşları ithal etmektense fabrikada kocaman bir dokuma bölümü oluşturdu. Yani "Ham pamuk girdi, t-shirt, pantolon, hırka, gömlek çıktı fabrikası" kuruldu. Başlangıçta öngörülen 1.200 işçiyi de 1.600'e çıkardı.
ÇKP üyelerinden oluşan kasaba yönetimi hepsi genç olan kadın ve erkekleri bir yıllığına askere aldı. (Doğru okudunuz. Askere aldı). Ama silah kullanan askerler değil, dokuma tezgahlarında çalışan, kesen, biçen, diken asker işçi oldular.
Tam bir yıl…
Asker bu, ücret gerekmez. Ama öğle yemekleri ve akşamüstü bir ikindi kahvaltısı fabrika tarafından veriliyordu.
"Girişimci ruh" merhametli bir ruhtu. Her işçi için plastikten birer sefertası aldı ve akşam eve giderken sefertaslarının akşam yemeği için doldurulmasını sağladı.
Ben Berlin'de, "girişimci ruh"un ağzından dinledim. Yani onun yalancısıyım. Almanya'ya bir şeyler almaya değil, çok şeyler satmaya gelmişti ve onun ürünleriyle Alman tekstilcilerin rekabet etmesi çok zordu.
- İşçilerim bana Tanrı tarafından gönderilmiş bir iyilik meleği olarak bakıyorlar. Hepsi çok mutlu… Hepimiz çok mutluyuz…
* * *
Size katıksız bir ekonomi modeli aktardım. Çin modeli deniyor buna. Aktardığım öykülerdeki gibi başladı.
Şimdi sırada Türkiye var. Büyük ekonomi bilgini Recep Tayyip Erdoğan'ın birkaç gün önce müjdelediği Çin modeli ile Türkiye uçuşa geçecek.
Yalnız biraz sabır, biraz… Sonra…
Sonra sanırım 70 cent'e muhtaç hale geldiğimiz o eski parlak günlere kavuşacağız…