Biliyorsunuz, buralarda değildim. Olayın ayrıntısını bilmiyorum. Ama yurt toprağına ayak basar basmaz kendimi “çooooooooooook” önemli bir tartışmanın içinde buldum: Başbakanın başı bağlı eşi Emine Erdoğan, hasta ziyareti için gittiği GATA’ya girdi mi, girmedi mi ? Dahası Başbakanın Fransa ziyaretinde başı bağlı eşini yanında getirmemesi kendisinden istendi mi istenmedi mi? İstendiyse kim istedi?
CHP Başkanından MHP Başkanına, doğmadan ölmüş Türkiye Partisi'nin kerameti kendinden menkul Başkanı Abdüllatif Şener’den anlı şanlı medya baronlarına kadar geniş bir kesim bunu tartışıyor.
Türkiye’nin gündeminin üç beş ana başlığından biri de bu.
Geriye kalan, mesela Yunanistan, İspanya, Portekiz, İrlanda ve hatta İtalya’da uç veren yeni finans krizinin Türkiye’ye olası etkileri; mesela Türkiye’nin son dönemde attığı en önemli dış politika adımlarından biri olan Ermenistan sınırının açılmasına ilişkin protokolün geleceği; mesela yeniden “çözümsüzlük çözümdür” sinyalleri vermeye başlayan Kıbrıs sorunu; mesela AB üyeliğine giden yolda atılması kaçınılmaz ve ertelenemez hale gelen sendikalaşma özgürlüğüne ilişkin adımlar; mesela Ergenekon davasındaki gelişmeler ya da gelişmemeler; tıkanmış ve yeniden kanlı günlere dönüş tehlikesi içeren Kürt sorunu... Hepsi hepsi ikinci, üçüncü önem derecesinde sınıflandırılmış gibi. Gazetelerde ya tek sütun haber oluyorlar ya da onu bile olmuyorlar...
Ne dersiniz?
Birileri bizimle dalga mı geçiyor acaba?
Kendi kendime kalıp “saçmalama özgürlüğümü” kullandığım anlarda bazen “Acaba Hükümet ile muhalefetteki partiler gizli bir anlaşma mı yaptılar? Birbirlerine, sen iktidar ol, biz muhalefet. Gül gibi geçinip gidelim. Temel sorunlara değinmeden kayıkçı dövüşü ile idare edelim filan mı dediler” diye soruyorum ve gitgide hiç de saçmalamadığımı düşünmeye başlıyorum...
Yani bu memlekette “saçmalama özgürlüğümü, uçuk kaçık düşünceler üretme hakkımı” bile kullanamaz hale geldim...
* * *
Allah aşkına Emine Erdoğan’ın GATA’ya girip girmediğine, alınıp alınmadığına ilişkin tartışmanın neresi önemli ve bu tartışmanın sonuçlanması Türkiye’nin hangi sorununa merhem olacak?
Tamam, 28 Şubat kafası saçmalamış, çene altından tek düğümlü başörtüsü serbest, kafayı saran, çok düğümlü örtü yasak. Onlar askeri alanlara, Orduevi lokantalarına, hastane ziyaretlerine alınmaz” demiş.
Tamam, bu manasız yasak bir yönetmelikle yürürlüğe konduğu gibi, bir yönetmelikle de kaldırılıverir.
Ama bu neyi değiştirir?
Bu ülkede “başörtüsü yasağı” denen kördüğüm olmuş sorun çözülür mü? Ortada binlerce genç kadının üniversite kapılarından döndüğü, binlercesinin de peruk, şapka, postiş gibi takanı da, taktıranı da gülünç düşüren bir sorun var ve bu sorun Başbakan eşlerinin GATA’ya girip girmemesi ile çözüme filan ulaşmaz.
Sorunun özünü tartışmaya yanaşmayanlar GATA muhabbeti ile gün dolduruyorlarsa “Galiba bunlar bizimle dalga geçiyor” deme hakkımız doğmuyor mu?
* * *
Aslında ben daha fazlasını, daha okkalısını, daha uygununu demek istiyorum ama basın savcısından davetiye almak da istemiyorum...
İyisi mi ben size bir fıkra anlatayım.
Bektaşi babasının Mehmet diye bir dervişi varmış. Mehmet iyiymiş, hoşmuş ama pek küfürbazmış. Ağzından ayıp bir laf çıkmadan konuşamazmış... Bektaşi babası bir bakla tanesini Derviş Mehmet’in ağzına koymuş, “Bunu sakın çıkarma” diye de tembih etmiş. Ağızda baklayla konuşmak zor. Derviş Mehmet’in sesi kesilmiş...
Günlerden bir gün, şakır şakır yağan yağmur altında Dede Erenler ile Derviş Mehmet başlarında sarık, sırtlarında cüppe, hızlı hızlı yürürlerken bir kapıdan çıkan kadın Bektaşi babasına seslenmiş:
- Dede erenler, bir dakika bekler misiniz. Bir maruzatım var da, demiş.
Bizimkiler yağmur altında epey beklemişler, sırılsıklam olmuşlar. Neden sonra kadın yine kapıda görünmüş:
- Allah razı olsun, demiş. Artık gidebilirsiniz. Tavuğu kuluçkaya yatırırken kapıda iki sarıklı durursa doğacak civcivlerin ileride yumurtaları çifte sarılı olur dediler de...
Baba erenler Mehmet’e dönmüş:
- Derviş Mehmet, çıkar ulan ağzından şu baklayı, demiş...