Haydi birlikte bir test yapalım. Pazar günkü bir gazeteden seçtiğim aşağıdaki cümleyi okuyun. Sonra da nasıl okuduğunuzu, sözcükleri nasıl “telaffuz” ettiğinizi hatırlayın. Bir de cümlenin anlamını ilk okuyuşta kavrayıp kavramadığınızı. Buyrun test cümlesini:
“Tabi biz size tabi değiliz.”
Kendinize hile yapmadan, kendinize cevap verin: Nasıl telaffuz ettiniz? ilk okuyuşta cümlenin anlamını kavradınız mı ?
Ben alışkanlıkla doğru telaffuz ettim, yazım yanlışını daha sonra farkettim. Homurdandım...
Eğer eski bir Tırmık okurundan gelen bir e-mektup olmasaydı, sadece homurdanmakla yetinir; o cümleyi sayfaya öyle yerleştiren gazete editörüne “hayırdua!” edip geçerdim.
Sanki sıraya girmişler gibi, sözünü ettiğim e-mektup ekranımda belirdi. Orta Anodulu ilçelerinden birinin lisesinden edebiyat öğretmeniymiş. Tek bir harfine bile dokunmadan o e-mektuptan bir paragraf aktarıyorum:
“...Sayın engin Bey, ben sizin eski okuyucunum cumhuriyetten beri tırmığı takib ederim. Ben de eski yazılarınızdan bazılarının kesikleri yani kupurları hala durur. Tabi sizi tempo24te yeniden kavuşmaktan dolayı pek mutlu olduk. Öğrencilerimede tırmığı okutacagım, tabi çokda siyasi olmayan tırmıkları seçeceğim...”
Bu kadar.
Bu kadar da, peki bir edebiyat öğretmeninin tek bir paragrafta bu kadar yazım ve anlatım yanlışı yapmasını nasıl açıklayacak, neye bağlayacağız ?
Bu kadar yanlışı tek bir paragrafa sığdırabilen bir edebiyat öğretmeninin yetiştireceği öğrencilerin ne ve nasıl olacaklarını düşünüp kederlenmekten öte elimizden ne gelecek ?
Acaba hangi “de”nin bitişik, hangisinin ayrı yazılacağı çok da önemli değil mi ?
Acaba özel adların büyük harfle başlaması kuralı “olmasa da olur” bir kural mıdır ?
Acaba öğretmen, hem de edebiyat öğretmeni yetiştirilen okullarda “düşük cümle” nedir, ne değildir de öğretiliyor mu ?
Acaba “tabi” sözcüğünün “birine bağlı, birinin buyruğunda olan, buyruklara uyan”, buna karşılık “tabii” sözcüğünün “doğal olarak, doğallıkla” anlamına gelmesi bilinmese de olur bir fark mıdır ?
* * *
Dil zaptiyeliği yapmak, doğru yazım dersi veren ukala bir öğretmen rolüne soyunmak gibi bir niyetim yok.
Rastladığım yürekler acısı yazım ve anlatım kusurlarını, yanlışlarını kendi kendime homurdanarak geçiştirebilirim.
Ama bu ülkenin eğitim düzenindeki ürkütücü kısırlığa, ülkenin geleceğini karartabilecek düzeysizliğe dikkat çekmek hakkım ve ödevim olsa gerek.
1970’li yıllarda yaşadığımız iç savaş benzeri koşullarda öğretmen yetiştiren eğitim enstitülerinde bilgi değil silah göstererek diploma alan öğretmenlerle başlayan çöküş 12 Eylül çölünde katmerlenerek büyüdü, serbest piyasa tanrısına tapılan dönemle de -adeta- kurumsallaştı.
* * *
İşsizliğin ve ille de gençler arasındaki işsizliğin kasıp kavurduğu Türkiye’de iş arayanlara sorulan “Ne iş yaparsın” sorusuna, boyun bükülerek verilen “Ne iş olsa abi” cevabı özünde “Elimden gelen bir hüner, beni tercih etmenizi sağlayacak bir bilgi birikimim yok” demenin başka türlü söylenişi değil midir ?
Günlerdir “Recep İvedik” filminin izlenme rekorları kırmasının sosyolojik, psikolojik nedenlerini tartışan ağır yorumlar okuyoruz...
Bence gerek yok.
Tabii böyle bir eğitime tabi tutulanlar o rekoru kolayca kırar. Korkarım tabii ile tabi arasındaki fark üstüne bu yazıya göz attıktan sonra “Get leng” diye naralanıp “Eksik bir İ’den ne çıkarmışki” der. Sondaki “ki”yi de bitişik yazar...