05 Eylül 2020


Duvar yazısı: Aydın Engin'e özgürlük…

Adettir, siyasi koğuşlarında tahliye edilen, kapının iki yanına dizilmiş tutuklularca devrimci marşlar söylenerek uğurlanır. Beni de öyle uğurladılar. İki sıra dizilenler arasında duvara "Aydın Engin'e özgürlük" yazarken yakalanmış o iki çocuk da vardı

Meraklısı biliyor, bugün Cumartesi, yani mavra günü. İki hapishane mavrası aktarayım…

Hangi yıl hatırlamıyorum. Hatırlayamam doğal. 1970'li yıllarda benim bir ayağım evde, bir ayağım hapishanedeydi. O yıllar Türkiye neredeyse sürekli sıkıyönetim altındaydı. Dört, beş kez askeri hapishanelerde misafir edildim. Hepsi de yazılarım yüzündendi.

Politika gazetesinin yayın yönetmeniydim. Sanırım 1978 kışıydı. Erken yatmıştım... Oya Baydar dürterek uyandırdı:

- Kalk, askeri mahkeme senin hakkında yine tutuklama kararı vermiş. Televizyonun gece yarısı kapanış haberlerinde duyurdular.

Kalktım. Zaman kazanmak için güvendiğim bir arkadaşımın evine gittim. Birkaç gün orada kaldım. Sonunda bizim teşkilattan (TKP) talimat geldi. "Aydın gitsin teslim olsun; gazetedekiler kamuoyunu ayağa kaldırmak üzere harekete geçsin".

Türkiye iç savaş benzeri günlerden geçiyor. Her gün 35-40 kişi ölüyor. Yani kamuoyu ayağa kalksa benim için değil, durmadan akan kan ırmakları için kalkacak…

Yine de "Örgüt disiplini"ne uydum Selimiye kışlasındaki sıkıyönetim savcılığının yolunu tuttum. Sıkıyönetim mahkemelerini izleyen haberciler beni görünce peşime takıldılar. Yayın yönetmeni bir gazetecinin bir kez daha tutuklanmasının haber değeri taşıdığına karar vermişler. Ardımda 10-12 kişilik bir haberci "ordusu" ile savcının kapısını tıklatıp girdim. Fazla sık görüşmekten neredeyse ahbap olduğumuz askeri savcı yüzünü buruşturdu:

- Teslim olmaya mı geldiniz Engin Bey?

- Evet.

- Yav bir askeri hâkim arkadaşımız vefat etti. Cenazesi kaldırılacak. Orada hazır bulunmazsak ayıp olur. Bütün askeri hakim ve savcılar cenazeye gidiyoruz. Rica etsem, siz yarın gelseniz bir mahzuru olmaz herhalde?

Nezaketi görüyor musunuz?

Bir zamanlar askeri savcılar bile tutuklanması gereken sanıklara "rica etsem" filan gibi cümlelerle sesleniyorlarmış. (Duydunuz mu AKP Reisi, yargıçları ve savcıları?)

Eve döndüm. Arkamdan sular dökerek beni hapishaneye "uğurlayan" kaynanam "Aaaa, hani sen hapishaneye gidiyordun. Kaçtın mı yoksa" diye hayretini "kaynanaca" ifade etti.

Ertesi gün yeniden Selimiye Kışlası'nın yolunu tuttum. Kışlada yine ardımda 10'u aşkın haberciyle savcının odasına girdim. O, "Yav Engin bey, başım çok sıkışık. Sen hâkim Necati Bey'e git. Onlar mahkemeyi toplarlarsa ben hemen geleceğim" dedi.

Yasa gereği üç kişilik mahkeme heyetinin oluşması, savcının tutuklama talebi uyarınca "gıyabımda" verilen tutuklama kararının yüzüme okunarak "vicahiye" çevrilmesi gerekiyor.

Yargıç yüzbaşı Necati Bey'in odasına gittim. O da nazik bir yargıç çıktı. "Engin bey, rica etsem bir hatta iki saat kadar bekleyebilir misiniz? Hâkim arkadaşlar yemeğe çıktılar. Onları toplar, heyeti oluştururuz. Ama bir, belki iki saat sürer…"

"Olmaz, hemen şimdi tutuklanmak istiyorum" diyecek halim yok ya. "Peki" deyip çıktım. Dışarda bekleşen haberciler etrafımı çevirdiler.

- Abi, n'oldu? Yine mi olmadı?

- Bekleyeceğiz çocuklar. Bir iki saat sürermiş…

Cin gibi, çok da sevimli ve pek de sevdiğim bir foto muhabiri, biraz durakladıktan sonra önerdi:

- Abi be, şurdan bir kürek alsak, sen kürekle toprağı kazıyormuş gibi yapsan. Bir kare fotoğraf çeksem. Herkes hapishanelerden tünel kazıp tüyüyor ya, 'Aydın abi içeri girmek için tünel kazıyor' diye bir resim altı yazarım. Valla Hürriyet'te birinci sayfaya girerim. He abi? Yapar mısın?

Kabul edin ki nefis bir siyasal magazin olur. O günlerde sahiden de tutuklular tünel kazıp kazıp kaçıyorlar. Tünel firarları sıradan haber olmuştu.

Selimiye'nin giriş katındaki bir duvar dibinde yangın önlemi olarak dizilmiş küreklerden birini aldık. İç avluya çıkıp gerekli pozu verdim. Bizim fırlama foto muhabiri de ertesi gün gazetesinde birinci sayfaya girdi. Yarım maaş da ikramiye vermişler. Yani iyi oldu.

Derken haber geldi, mahkeme heyeti oluşmuş, beni bekliyorlarmış.

Bekletmedim. Gittim. Tutuklama kararını yüzüme karşı okudular. Bir gardiyan astsubay eşliğinde Selimiye'nin "at ahırları" diye anılan bodrum kat hapishanesine götürüldüm. Benim teşkilata yakın gençlerin konduğu bir koğuşa yerleştirildim. Koğuşta sarılan, "Geldiğine çok sevindik abi" diye fırlamaca saçmalayan gençlerle selamlaştıktan sonra kendime bir ranza seçtim. Ranzama uzanıp derin bir soluk aldım.

Nihayet içeri girmeyi başarmıştım.


Aydın Engin en son, 31 Ekim 2016’da evine yapılan baskınla gözaltına alındı. Gözaltı operasyonunun dayanağı olan Cumhuriyet gazetesi davası sürüyor

* * *

Duvar yazısına çıkınca yakalanan çocuklar

Çıtır çıtır yanan sobanın ısıttığı 25-30 kişilik koğuşta tembelliğin tadını çıkarıyordum. Bir arkadaşla üst ranzalardan birinde satranç oynarken kapı açıldı ve içeri iki gencecik -ne genceciği, iki çocuk- tutuklu getirdiler. Sahiden de çocuktular. Biri ortaokul öğrencisi, öteki lise 1'den terk oto tamircide çırak. İki kavruk çocuk. Sakalları bile yeni çıkıyor.

Siyasi şubede (Şimdiki TEM) üç hafta kalmışlar. Çok üşümüşler, epey dayak yemişler. Sobanın başına çöktüler. Öteki genç tutukluların çoğuyla dışardan tanışıyorlar. Art arda sorulara güle oynaya cevap veriyorlar, bir yandan da ikram edilen çayın tadını çıkarıyorlar.

İlk telaş, soru-cevap yağmuru bitince satranca ara verip, üst ranzadan seslendim:

- Geçmiş olsun çocuklar.

- Sağol amca…

- Nerdensiniz siz? Nerde yakalandınız?

- Ortaköy'de amca. Ben Ortaköylüyüm, bu da Kuruçeşmeli. Yazıya çıkmıştık gece. Duvar yazısına. Polis yakaladı işte.

Sormaz olaydım. Ama laf ola beri gele hesabıyla sordum.

- Ne yazıyordunuz peki?

- Şey… 'Aydın Engin'e özgürlük' yazıyorduk amca…

Koğuştaki kopuklar kahkahayı bastılar. Çocuklar beni tanımadıkları için kahkahalara anlam vermeye çabalıyorlardı.

Ben ise utancımdan "Ranza yarılsa da içine girsem" dileğindeyim.

O iki çocukla günlerce göz göze gelmemeye gayret ettim.

* * *

İki buçuk ay sonra tahliye kararım çıktı. Gardiyan çavuş müjdeyi verdi. Adettir, siyasi koğuşlarında tahliye edilen, kapının iki yanına dizilmiş öteki tutuklularca sağ yumruk havada devrimci marşlar söylenerek uğurlanır.

Beni de öyle uğurladılar. İki sıra dizilenler arasında duvara "Aydın Engin'e özgürlük" yazarken yakalanmış o iki çocuk da vardı.

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim