Dün 23 Nisan Çocuk Bayramını kutladık. Pek de güzel kutladık. Eğer bir şeyler eksik (ya da fazla) olduysa suç bizim değil. Büyüklerin.
Yani büyükler olmasaydı biz bu bayramı çok daha bayram kılardık.
Dün sabah, erkenden bayramlıklarımızı giydik. Okullarımızda toplandık. İlçenin bütün okulları, ilköğretim okulları, lise, meslek lisesi, Anadolu lisesi, yani hepimiz...
Bayrak, flama taşıyanların, trampet çalanların, boru takımında yeralanların fiyakasından yanlarına yaklaşılmıyordu. Sonra yürüyüşe geçtik. Hükümet Konağı'nın bulunduğu alana trampetlerimizi var gücümüzle gümbürdeterek, borularımızı var gücümüzle üfleyerek girdik. Hepimiz çok iyiydik. (Bizim okul hepsinden daha iyiydi).
Sonra tören başladı. Bir öğretmen (yani büyüklerden biri) kürsüye çıktı. "Şimdi İstiklâl Marşı okunacak" dedi. Tamam, biliyoruz. Daha önce prova da yapmıştık zaten. Sonra mikrofona kükredi o öğretmen:
- Dikkaaaat...
Ben simit yiyordum, boğazımda kaldı. Az ötemde Müberra ile Güldal birşeyler fısıldaşıyorlardı. Öğretmen bağırınca korkuyla sıçradılar.
İstiklal Marşını hemen hemen hatasız söyledik. Sonra o öğretmen, günün anlam ve önemini belirten bir konuşma yapmak için söze başladı.
"Sayın Kaymakamım" dedi. (Kaymakamı tanıyorum). "Sayın Komutan" dedi. (Askerlik Şubesi Komutanını tanıyorum). "Sayın Belediye Başkanım" dedi. (Belediye Başkanını tanıyorum). Yalnız onun adının neden üçüncü sırada okunduğunu anlayamadım. Yakınımda 8 A'dan Fikret var. Ona sordum. "Akıllım, Kaymakamla Askerlik Şubesi Başkanı Ankara’dan yollandı. Belediye Başkanı buralı. Yani sıralama doğru" dedi. Demek doğruymuş. Kürsüdeki öğretmen devam etti, "Sayın Protokol" dedi. (Onu tanımıyorum). "Sayın vatandaşlar" dedi. (Vatandaş dedikleri buralılar. Çoğunu tanıyorum. Annem, halam, bir de Şefika Teyze oradaydılar zaten). "Ve sevgili çocuklarımız" dedi. Yeni biz en sona kaldık. Oysa aynı öğretmen az sonra bu bayramın bizim bayramımız olduğunu da söyledi. Bir yanlışlık var gibi ama orada bunu kime söyleyebilirdim ki ?..
O öğretmen konuşmasını "Şimdi sayın kaymakamımız bayram konuşmalarını yapacaklardır. Arzederim" diye bitirdi. Ne tuhaf. Sanki kaymakamlığa dilekçe yazmış gibi: "Arzederim!"
Neyse... Kaymakam konuştu. Hepsini anlamadım. Anladıklarım ise zaten bildiklerimdi. Okulda hep öğrendik biz bunları. Yani 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruldu. Egemenlik artık halkın oldu. Kral, padişah, prens, şehzade filan yok. Halkın ya da ulusun egemenliği var. Bu da iyi bir şey. Bunu anlayabiliyorum.
Ardından sıra şiirlere geldi. Her okuldan bir kişi. Öğretmenlerin (büyüklerin) seçip ellerine tutuşturdukları şiirleri okudular. Bizim okuldan 8 B'de bir kız var ya, adını bilmiyorum, işte o okudu.
Şiirler pek bir şeye benzemiyordu. Yani güzeldiler belki ama, kafiye tutsun diye anlaşılmaz laflar da vardı.
Örneğin, "...Ben bugün diş geçirdim soysuzlar zincirine" . Kim, neyi, neden ısırmış anlaşılmıyor. Sonra, "...Sakarya'dan su içtik o çelik süngülerle" ne demek kuzum? Tasla, bardakla, avuçla, yüzüstü yatıp doğrudan su içilir de süngüyle... I-ıh, anlamadım. Liselerden birinden şiir okuyan bir abi de "Ölümden korkmayan canlar Türkündür" dedi. Doğrusu ben ölümden korkuyorum.
Bizim şiirler, folklor gösterileri filan bittikten sonra bir öğretmen de şiir okudu.
Hiiiii, çok korktum! Neler dedi, neler. "Sana benim gözümle bakmayının mezarını kazacağım. Sana selam vermeden uçan kuşun yuvasını bozacağım..."
Ne ayıp değil mi?
Örneğin kuş! Kuş ne bilsin de bayrağı selamlasın? Yuvası bozulunca o kuşun yavruları ne olacaklar? Anneleri gelmezse aç kalırlar. Sonra da ölürler.
Örneğin ben. O öğretmenin bayrağa nasıl bir gözle baktığını bilmiyorum ki. Ya gelip, parmağını bana uzatıp, "Sen bayrağa benim gözümle bakmadın" derse.
Neyse, sonra resmi geçit başladı. Hepimiz çok güzel yürüdük. (Bizim okul en iyiydi). Yolun kıyısında annem, halam, Şefika teyze alkışlıyorlardı. Onların önünden geçerken ayaklarımı yere daha sert vurdum. Ama onlara bakmadım. Gözlerim ileride rap rap yürüdüm.
Dün biz 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutladık. Büyükler olmasa daha güzel, bayram gibi kutlardık.