Kandil’deki basın toplantısının ardından hemen Erbil’e dönmedik. Korna seslerinin, toprağa kat kat sıvanmış asfaltın, beton insan silolarının, egzoz gazının, trafik boğuntusunun bilinçlerimizde, beyinlerimizde ve ille de yüreklerimizde açtığı onulmaz yaraları saran, köpükler saçarak akan bir derenin şırıltısını dolu dolu duyduğumuz, Kandil’in bir başka “nokta”sında uzun ve ilginç ve değerli bir sohbet kaynatma fırsatı kaçırılamazdı. Ama fukara T24’ün bir amelesi olarak cepteki sınırlı dolarlar yüzünden uçağı kaçırmak da göze alınamazdı.
Dolunayın arabanın farlarına ihtiyaç bırakmayan ışıltısında uzun süren ve epey sıkıntılı geçen bir yolculuktan sonra Erbil’de sadece küçük valizi toplayacak kadar zaman kalmıştı ve “Acaba para yetecek mi” sorusundan kaynaklanan yürek çırpıntılarıyla otel hesabını ödeyip ucu ucuna Erbil havalimanına yetiştim.
“Ben artık gerilla gazeteci oldum” diye şakalaşmak kolay. Ama son iki günde sadece 4 saat uyumuş olmak da zor.
“Gerilla gazeteci” değil “yaşlı” gerilla gazeteci olduğumu sızlayan kemiklerim ve kızarmış gözlerim başıma kaka kaka bana anlatıyor. Eve geldim ve yatağa düşüp deliksiz bir uyku çekmekle T24’e iki satır da olsa bir şeyler yazıp sonra uyumak arasında bocaladım ve sonucu görüyorsunuz, yani okuyorsunuz.
T24 basın toplantısı ile ilgili gerekli hemen hemen bütün ayrıntıları zaten aktardı. Artık kapı yoldaşı olduğumuz Hasan Cemal arkadaşım da olup biteni derinlemesine çözümleyip (=analiz edip) değerlendirdi.
O yüzden bu günlük şu sade suya tirit yazı(cık) ile idare edin. İyi bir uyku çektikten sonra nasıl olsa bıktırmacasına Kandil izlenimlerini, Kürt sorununun çözüm sürecinin bugünü ve gelecek aşamaları üstüne yazılmış tırmıkları okuyacaksınız. Ben şimdi uykunun büyülü kollarıyla sarmaş dolaş olmaya gidiyorum…
Aydın Engin'in Kandil'den önceki Erbil durağındaki izlenimlerini okumak için tıklayın