05 Mart 2012

Dokuz Yaşında Bir Çocuk...

Biri tutsa, bana “Türkiye’nin bu gün en önemli sorunu nedir” diye sorsa diyecektim; demeye kalmadı, biri tuttu ve sordu. Bir Alman meslektaştı:

 

Biri tutsa, bana “Türkiye’nin bugün en önemli sorunu nedir” diye sorsa diyecektim; demeye kalmadı, biri tuttu ve sordu. Bir Alman meslektaştı:

- Engin, sence bu günlerde Türkiye’nin en kritik problemi ne? Suriye anlaşmazlığı mı, basın özgürlüğü mü?

Çok az durakladım:

- Ne o, ne o. İkisi de çok önemli ama bence hepsinden önemlisi eğitim sisteminde yapılmak istenen çok köklü değişiklik... Suriye sorununa barışçıl bir çözüm bulunabilir; basın özgürlüğü basit bir yasa değişikliği ya da yargıçların ceza yasasını hukuk fakültelerinde öğrendikleri ilkelere uygun kararlar verecek cesareti göstermeleriyle çözülebilir; çözülemese bile hafifletilebilir. Ama eğitim sistemindeki değişikliği yeniden değiştirmek çok zaman alır ve geçen zamanda bu ülkenin çocuklarının geleceğine ağır bir haciz konmuş olur. 

 
Anlamadı. Anlatmayı da denemedim. Çünkü bir yabancı için bunun ne kadar yakıcı bir sorun olduğunu anlamak kolay değil. Üstelik soran bir Alman. Çok kısa süre önce eğitim sistemlerinde sakıncalı gördükleri bir uygulamayı, epey gecikerek de olsa değiştirmiş bir ülkenin yurttaşı ve yaptıkları değişiklik bizde yapılmak istenenin tam tersi...
 
*    *    *
 
Torunum altı yaşında. Bu yıl ilkokula başladı. 
 
İki yıl önce “Büyüyünce ne olmak istiyorsun” sorusunu “itfaiyeci” diye cevaplıyordu. Geçen yıl “Otobüs şefi” diye cevaplamaya başladı. Velet otobüste sürücü mü olmak istiyor, yoksa otobüs firması kurup patron filan mı olmak niyetindeydi bilemedik; güldük geçtik.
 
Bu yıl çok kararlı: Miki Maus gemisinde kaptan olmak istiyor.
 
Dokuz yaşında ne diyecek acaba?
 
Dokuz yaşındaki tercihini anası babası nasıl karşılayacak acaba?
 
Dokuz yaşındayken vereceği kararı ve tercihi anası babası, lafımız dinlenirse biz, dedesi ve ninesi ne kadar ciddiye alacağız acaba?
 
Kararı ona bırakacak mıyız? 
 
Bırakabilir miyiz? 
 
Bırakmalı mıyız?
 
*    *    *
 
Benim torun yıl farkıyla, kıl payıyla yırttı. Ama gelecek yıl beş yaşını bitirip ilkokula başlayacak milyonlarca çocuk (çocuğumuz), dokuz yaşına geldiğinde kendisiyle ilgili bir karar verilecek. Yasa teklifi “Yetenek, gelişim ve tercihlerine göre seçimlik dersler oluşturulacak” diyor.
 
Dokuz yaşında?
 
Dokuz yaşında bir çocuğun yetenekleri, gelişimi tartılmış, ölçülmüş, biçilmiş olacak, yasaya göre tercihi de sorulacak ve çocuğun geleceği çizilmiş olacak...
 
Yasa teklifini Hükümet vermedi. Bir grup AKP milletvekili verdi (Bilmiyenler için not: Hükümetin yasa önerisine “yasa taslağı”, milletvekillerinin önerisine “yasa teklifi” denir). AKP’nin en sıkı molla takımı oldukları tekliflerinden anlaşılan milletvekilleri aslında kız çocuklarının dört yıllık eğitimden sonra açık eğitim adı verilen saçma sapan (evet: Saçma sapan) bir uygulama ile okuldan kurtarılmalarının peşindeydi.
 
Hükümet kendi vekillerinden gelen teklif üstünde değişiklikler yaptı. Açık eğitim sekizinci sınıftan sonra mümkün olacak; 11’e indirilmek istenen çıraklık yaşı da eskisi gibi 14 olarak bırakıldı. Böylece Hükümet kamuoyunun önüne çıkıp “Valla billa kız çocukları okuldan kopmayacak, çocuklar da 11 yaşında çırak olmayacak. Yani sakıncalar giderildi” diye kostaklanarak açıklamalar yapmaya başladı. 
 
Yanlış. Hatta yalan...
 
Sakıncanın en vahşisi, minnacık çocukların geleceğini dokuz yaşında belirleyecek olan kural değişmedi.
 
Çok özenilen, örnek alınmaya çalışılan Batı Avrupa’da dördüncü sınıftan sonra çocuğun geleceğini belirleyen bir - vahşi - sistem sadece Federal Almanya’da vardı. Öğretmen(ler)i çocuğu değerlendiriyor, sonra da “Şu şu şu çocuklar bundan sonra beş yıl daha okuyup meslek öğrenecek ve sanayi için eğitilmiş işçi olacaklar. Şu şu şu çocuklar ise yüksek meslek okuluna kadar gidebilirler ve orada tekniker, uzman, mühendis filan olurlar. Şunlar da üniversiteye giden yola girip liseye gidecekler” derdi.
 
Bazı eyaletlerde bu kesin bir karardı ve uygulanırdı. Bazıları biraz daha insaflıydılar ve çocuğun ana babasının tercihini de belli ölçüler içinde gözetirlerdi.
 
Bunun Almanya’daki adı “İşçi çocuğu işçi olur”dan ibaretti. Nitekim işçi ve yoksul kesimlerin çocuklarından üniversiteye kadar gidebilenleri yüzdelerle değil bindelerle gerçekleşirdi.
 
Almanya bundan vazgeçti. Önce yumuşattı; şimdiler de iyiden iyiye vazgeçti.
 
AKP işte bu köhne ve ayıp sistemi uygulamaya sokma hesabında.
 
Şimdi kendinizi ister bir çocuğun anası babası olarak tanımlayın, ister dokuz yaşında bir çocuk olarak.
 
O yaşta bir çocuğun geleceğini belirleyecek bir eğitim sisteminin labirentleri içine kendinizi ya da çocuğunuzu atmanın anlamını düşünün...
 
Cinayet desem abartmış mı olurum?
 
Bitirirken bir not: Ne kadar gerçek bilmiyorum; ama Einstein ilkokul dördüncü sınıfta, yani dokuz yaşında iken öğretmeni “Bu çocuk matematik öğrenemeyecek kadar geri” demişti. Öğretmenin adını hatırlayan çıkar mı bilemem; ama Einstein’ın adını bilmeyenleri bizim mahallede dövüyorlar...
 
 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"