16 Eylül 2011

Doğan Yurdakul’a Mektup

Biliyorum. Biliyorsun. E o zaman başkalarının, mesela T24 okurlarının da bilmesinde...


Doğan,
Biliyorum. Biliyorsun. E o zaman başkalarının, mesela T24 okurlarının da bilmesinde ne sakınca olur değil mi?

Biz hasımdık
. Siyasal hasım. Sen “Maocu” Aydınlık’ta yöneticiydin; ben de “Leninci” Politika’nın başındaydım. Biz size “Maocu faşistler” diyorduk, siz bize “Sosyal emperyalistler”. Biz sizi, siz bizi acıtmakta sakınca görmek ne söz; bunu siyasal görev biliyorduk. O kanlı, o çığırından çıkmış, zembereği boşalmış 70’li yıllar böyle geçti. Ne karşılaştık, ne tanıştık; sadece atıştık. Dedim a hasımdık...
O yıllardan seninle ilgili aklımda kalan tek cümle var. Bizim kanattan ama seni de tanıyan bir arkadaşım “Tamam, Doğan Maocudur ama çelebi adamdır, namuslu adamdır” dedi.
Sonra 80’li yıllar başladı. 1980’in ilkbaharında yine hapise düştüm. Hapisteyken “Komünizm propagandası yapmak”tan 7,5 yıl hüküm giydim ve hüküm Yargıtayda onaylandı, kesinleşti. Ama şanslıydım. 1980 Mayıs’ında beni Davutpaşa Askeri Hapishanesinden yanlışlıkla (sahiden yanlışlıkla) tahliye ettiler. Sırtında 7,5 yıl kesinleşmiş hüküm  taşıyan biri ne yaparsa ben de onu yaptım ve yurtdışına tüydüm. 12 Eylül generalleri beni yakalayamadı ya da  yurtdışında yakaladı(!)  
12 yıl süren siyasal göçmenliğim başladı. 
O yıllarda sen ne yaptın, başından neler geçti bilmiyorum. Hapiste miydin, paçayı sıyırdın mı, yakalandın mı, yakalanmadın mı ? Bilmiyorum. Bildiğim 12 Eylül generallerinin seni bağırlarına basmayacağı... 

Sonra 90’lı yıllar başladı. Özal “şartlı tahliye” diye anılan bir yasa çıkardı. Zaten kara ünlü 141 ve 142. maddeler yürürlükten kaldırılmış, askeri mahkemelerin gıyabımda hüküm kestiği 100 yılı aşkın cezalar düşmüştü. Geriye! Hükümetin manevi şahsiyetini tahkir”, “Sınıflar arasında kin ve nifak saçmak”, “Vatanın devleti ve milleti ile bölünmezliğine zarar verici yazılar yazmak” gibi ıvır zıvır suçlardan yediğim toplam yedi sekiz yıllık hüküm(ler) kaldı. Özal’ın çıkardığı yasaya göre cezalarının altı birini yatan serbest kalıyordu. Geçmiş dönemde yattığım ama hüküm giymediğim çok sayıda tutuklulukta geçen günleri düştüler (devletimiz borcuna sadıktır) ve ben iki, iki buçuk aylık bir Sağmalcılar Cezaevi konukluğundan sonra serbest kaldım. Önce Almanya’daki bağlarımı koparıp yurduma döndüm; sonra da Cumhuriyet’te mesleğime...
Cumhuriyet yıllarında beni aradın. Belleğim beni yanıltmıyorsa uzak bir Akdeniz kentinden aradın. Galiba bir kitap hazırlıyordun ve benden bir iki katkı istedin. Ben de seve seve isteklerini karşılamaya çalıştım.
Hasım iken hısım olmadık. Ama bizimkilerin çöküp darmadağın olarak, seninkilerin parti buyruğu ile kapitalizme geçtikleri bir dönemde, eski günlerde tepinip “Sen Maocu faşistsin... Hayır sen sosyal emperyalistsin” dalaşına girmeyecek, o itiş kakışa dönmeyecek kadar olgunlaşmış; hısım olmasak da ille hasım kalmak zorunda olmadığımızı kavramıştık. Sanırım –ikimiz de- 70’lı yıllarda ha bire yazdığımız “Tarihin tekerleği geri dönmez” tekerlemesinin hayat tarafından acımasızca reddedilişinden keder ve belki acı duyduk...
Ama Doğan, sana bu mektubu yazmamın nedeni bunlar değil. Hiç değil.
Dinle...
Tümüyle özgür olabilmek için ülkeme dönmeye hazırlanırken annemin ölümcül hastalığının haberi geldi. Devletten “Bakın ben gönüllü olarak dönüp, hapse girmeye geliyorum. Yani kaçacak filan değilim. Bana bir gün, tek bir gün izin verin. Uçaktan inince hapishaneye değil anneme gideyim. Elini tutayım, yüzüne dokunayım, o güzelim mavi gözlerinin derinliklerine bir kerre daha bakayım. Sonra savcılığa gider ve teslim olurum” dedim. 
Devlet cevap bile vermedi. Mustafa Ekmekçi, Uğur Mumcu, İlhan Selçuk araya girdiler. Bakanlarla uzun görüşmeler yapıp benim için bir günlük, tek bir günlük izin istediler. İlhan Selçuk DGM Başsavcısının ayağına kadar gidip ricacı oldu. 
I-ıh! Asya despotizmi geleneğini kılcal damarlarına kadar sindirmiş kahhar (=kahredici) Devlet kılını bile kıpırdatmadı.
Ben, çaresiz hapishaneye girmek üzere Frankfurt Havalimanının yolunu tutmazdan iki gün önce Terzi Sadık’ın karısı Adalet Hanım’ın ölüm haberi geldi.
Tıpkı önceki gün sana, karın ve sevgilin Güngör’ün ölüm haberinin geldiği gibi.
*    *    *
Doğan,
Yaşadığın vicdanları isyan ettiren haksızlık çok kişiyi etkiledi. Kimileri eski hısımların, kimileri eski hasımların. Sen içerdesin gözleyemezsin; ben dışarıdayım; gözledim. Sahiden üzüldüler, isyan ettiler, kederlendiler.
Ama Doğan...
Yine de galiba seni en iyi anlayacaklardan biri benim.
Başın sağolsun sevgili hasmım!

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"