Şu ana kadar atılmış adım Ahmet Türk ile Ayla Akat’ın İmralı’ya gidip Abdrullah Öcalan ile yüzyüze görüşmelerinden ibaret.
Kuşkusuz İmralı’da hükümetin müzakereleri yürütmekle görevlendirdiği devlet kurumu MİT’in yetkilileri ile Öcalan arasında görüşmeler yapılmış ve yapılıyor olabilir. Ben kamuoyuna açıklanan adımlardan söz ediyorum.
Yeni bir adım galiba BDP milletvekillerinden bir kaçının yeniden İmralı adasına gitmeleri olacak.
Tayyip Erdoğan’ın sürece katkısından dolayı İmralıya övgüler düzüşüne, BDP sözcülerinin gerginlik yaratıcı üsluplardan kaçınma özenlerine bakıp Kürt sorununda barışçıl çözüm yönünde büyük adımlar atılmış, neredeyse sona yaklaşılmış gibi anlamsız bir iyimserliğe kapılanlar var.
Bu yanıltıcı. Atılan adımlar yukarıda özetlediğim kadar.
Yani…
Yani sürecin, barışa giden yolun henüz başındayız. Şu ana kadar olup bitenler peşrevden ibaret.
Ancak peşrev aşamasında bile Türk milliyetçilerinden yükselen itiraz çığlıkları barışın kazanılmasının ne kadar zor bir yoldan geçeceğinin göstergesi, kanıtı.
Diyelim ki ana akım medyaya sızdırılan (Herhalde Öcalan sızdırmadı) bazı haberler gerçek ve birkaç gün sonra Abdullah Öcalan, PKK’ye seslenecek ve “Haydi bakalım, ben anlaştım. Siz silahları toplayın, sınırı geçip Irak topraklarına girin, Kandil’in yolunu tutun” diyecek ve silahlar tümüyle susacak.
Yetmez değil mi ?
Peki haydi diyelim ki bununla kalınmayacak, Godot’yu beklercesine beklenen 4. Yargı Paketi, Hükümet’in gündemine girecek; karara bağlanacak; Meclis’e gelecek, Meclis’te AKP ve belki de BDP ve hatta belki de milliyetçilik batağında debelenmeyen birkaç CHP’linin oylarıyla yasalaşacak ve KCK tutukluları serbest kalacak; dağdakilere bile, mesela eli kana bulaşmamışlara “ova”nın yolu görünecek…
Kabil edin ki Bu kadarı bile Türkiye’de çalkantılar yaratacak.
AKP içide su koyveren milliyetçi kanatlar homurdanacak…
CHP’de Aymangiller’in, Batumgillerin “Aha da bölündük, aha da bittik, mafolduk” naraları ayyuka çıkacak…
Devlet Bahçeli günlük kükreme sayını dörde beşe çıkaracak…
Yine de soralım: Diyelim ki yukarıda saydığım adımlar da atıldı.
Sonra ne olacak ?
Kürt sorunu (Dikkat ! PKK sorunu değil; şiddeti siyasal mücadele yöntemi olarak benimsemiş bir örgütten kaynaklanan sorunlar değil, Kürt sorunu) çözülmüş mü olacak ?
Kürt halkının Türkiye Cumhuriyetinden beklentileri bundan mı ibaret ? Farklı etnik ve dinsel gruplara, kümelere -Haydi Profesör Birgül Ayman ağzı ile söyleyelim: Milliyetlere) dönülüp “İşte artık demokratik bir ülkeye dönüştük; demokrasimizin eksiği gediği kalmadı” mı denecek ve bunu diyenler bile dediklerinin doğruluğuna inanmış olacaklar mı ?
* * *
Yazının başlığına dönelim.
Öcalan’ın geliştirdiği, Kürt siyasal hareketince benimsenmiş olan KCK kısaltması ile anılan Koma Ciwaken Kürdistan “Kürdistan Topluluklar Birliği” demek. Yani dört ülkeye (Türkiye, Irak, Suriye, İran) yayılmış Kürtleri kucaklamaya yönelik bir örgütlenme modeli.
Bizim savcılar ve yargıçlar KCK’yı “PKK’nın kent örgütlenmesi” diye tanımladılar ve bununla yetindiler.
Keza KCK’yi, onun Anayasası diye anılan ve belli ölçüde kamuoyuna da yansıyan metinden yola çıkıp PKK’nin Stalinist damarını gösteren, 20. yüzyıl başlarından kalma terminolojiyle ifade edilmiş aşırı otoriter bir rejime işaret eden paragraf ve maddelerle değerlendiren ve yetinenler de var.
Kanımca kalıcı ve Türkiye’nin önünü açıcı bir barışa giden yolda “KCK nedir, neyi amaçlıyor, neden öneriliyor ve hangi ihtiyaçtan doğdu” sorularını ciddiye almadan ve yanıtlamadan sonuca ulaşmak mümkün değil.
KCK terimi aşılması zor önyargılara ebelik ettiyse, o adı atın çöpe; dilediğiniz adı koyun ama bir üst paragraftaki soruları cevaplamak zorunluğunu gözardı etmeyin.
Bu bir gazete yazısı ile üstesinden gelinebilecek bir çaba değil. Ama bir gazete yazısının sınırları içinde belki bazı kilit noktaların altı çizilebilir.
Yarın bunu deneyeceğim…