17 Kasım 2013

Diyarbakır müsameresi

Sanırım çoğunuz gibi ben de TV başına çöktüm ve başından sonuna Diyarbakır’dan yapılan canlı yayını kanaldan kanala zıplayarak seyrettim

Sanırım çoğunuz gibi ben de TV başına çöktüm ve başından sonuna Diyarbakır’dan yapılan canlı yayını kanaldan kanala zıplayarak seyrettim.

Eğer spor salonundaki toplu nikahın ardından salon boşalıp, canlı yayınlar da canlı yorumlara dönüştüğünde yazıya otursaydım, gülerek, acıyarak, öfkelenerek ve burnumdan soluyarak ekranda gördüklerim üstüne yazacaktım.

Meselâ ısrarla “Bu seçim propagandası değildir” diyenlere inat Erdoğan’ın uzuuuuun konuşmasının bal gibi seçim propagandası olduğunun altını çizecektim. O uzuuuun seçim konuşmasının arasına serpiştirilmiş birkaç önemli noktayı bir başka yazıya bırakacaktım.

Meselâ Emine Erdoğan’ı uzaylı kılığına sokmuş moda tasarımcısının adını öğrenmek istediğimi söyleyecektim.

Meselâ yine Emine Erdoğan’ın Şiwan Perwer ile İbrahim Tatlıses’in miting meydanında yaptıkları Daya Megri düetinde neden ağladığını sorgulayacak; “Bu kadar başarısız, uyumsuz ön düet’in sefaletine mi ağladı acep” diye soracaktım…

Meselâ Barzani’nin çevirmeninin Türkçesini mitingden önce biri akıl edip de kontrol etmedi mi acaba, diye soracaktım.

Meselâ spor salonundaki toplu nikahta sahnedeki mostralık üç gelin – üç damada ek olarak tribünlerdeki 397 gelin ve damada toplu olarak “Eveeeeet” dedirttikleri nikah “Yasalara göre geçerli midir, değil midir” diye ortaya hınzır bir soru atacaktım.

Meselâ anlaşılan sağlık durumu elvermediği için söyleyemeyen Tatlıses ile türkü söylemek yerine iyi niyetli ama kırık dökük cümlelerle nutuk atmayı yeğleyen Şiwan’a “Sen türkü söyle yeğenim. Çok iyi söylersin, biliyorum. Nutuk atma yeğenim, çok kötü söylüyorsun, görüyorum” diye sataşacaktım…

Meselâ birlikte türkü söyleyecek duo’yu birden araya karışıp  trio’ya dönüştüren eli mikrofonlu adamcağızın nereden  çıktığını ve neden üçüncü türkücü olarak boy gösterdiğini soracaktım…

Meselâ halaybaşının elinde mendil, poşi filan salladığını çok gördüğümü söyleyecek; ama cebinden güç bela bulup çıkardığı bayrağı sallayarak halaybaşı rolünü üstleniveren o kravatlı, laci takım elbiseli zatın nereden çıktığını bilen var mı filan diyecektim…

Yazıyı da şöyle bitirecektim:

Diyarbakır sahiden tarihi bir gün yaşadı. Ancak günün siyasal önemi başından sonuna ilkokul müsameresinden farksız yürüyen program yüzünden epey gölgelendi…

Ama yazıya TV’yi kapattıktan saatler sonra oturdum ve yukarıdaki “Meselâ” ile başlayan paragrafları yazmaktan vazgeçtim…

*    *    *

Gelin “Dün Diyarbakır’da ne oldu” sorusuna ayrıntılardan arınmış, kof ajitasyon cümlelerinden uzak yanıtlar arayalım.

Türkiye’deki Kürt siyasal hareketlerinde PKK/BDP çizgisine uzak duran ya da tamamen karşı olan kişiler ve gruplar AKP’ye yakın  sözcülerle, yorumcularla hemen hemen ağız birliği ettiler ve dün Diyarbakır’da barışın kazandığını, çözüm sürecinin ise önünün daha da açıldığını vurguladılar.

PKK/BDP çizgisinin sözcüleri ya da o çizgiye yakın duranlar ise Barzani’ye karşı mesafeli ama düşmanca olmayan, hatta mümkün olduğu kadar nazik bir tavır benimsediler. Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Osman Baydemir gibi ünlü Kürt siyasetçilerinin havaalanında Başbakanı karşılamaya gitmeleri, Büyükşehir belediyesindeki ziyaret sırasında gerilimi düşürecek bir sohbet düzenini yeğlemeleri bu tutumun somutlandığı örnekler…

Şimdi soralım: Kürtler, aylardır gencecik yurttaşların tabut içinde evlerine dönmedikleri, silahların sustuğu, kanın durduğu bu barış sürecini kime borçlu olduklarını düşünüyorlar?

Erdoğan’a mı, Öcalan’a mı ?

Algı, yaygın algı nedir?

Ben cevabın Erdoğan’ın barış sürecine ilişkin adımlarının değil, geçtiğimiz Newroz’da Diyarbakır’da okunan o ünlü mesaj olduğu kanısındayım: “Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun”…

*    *    *

Bu pilav daha çok su kaldırır, bu konu da daha çok yazı kaldırır. Yazılacak da…

Ama miting çok kalabalıktı; Diyarbakırlılar çok mutluydu gibi kişisel gözlemlere dayalı değerlendirmeleri bir yana bırakalım.

Dün Diyarbakır’da PKK/BDP ile barış görüşmeleri yürüten Erdoğan, Barzani desteğini yanına  alıp İmralı’ya ve Kandil’e karşı elini güçlendirme manevrası yaptı.

Barzani de  bütün Kürtlerin lideri olma iddiasına ve PKK/BDP çizgisi ile arasındaki ciddi ve önemli ayrımlar taşıyan kendi yol haritasına Erdoğan desteği sağlama hesabındaydı.

Yani Erdoğan ve Barzani dün Diyarbakır’da “kazan-kazan” hedefli bir siyasal gösteri yaptılar.

İkisi de bundan kazançlı çıkar mı, çıkacak mı bilemiyorum. Kimsenin bildiğini de sanmıyorum. Göreceğiz.

Ancak, Irak Kürdistanı’nda bir Kürt ulus devleti inşa etme çabasındaki Barzani’nin yol haritası ile dört ülkeye pölünmüş Kürtleri, dört ülkenin sınırlarını değiştirmeksizin bir demokratik konfederasyon çatısı altında ilişkilendirmek isteyen Öcalan’ın yol haritası birbiriyle bir yerlerde kesişebilecek yolları göstermiyor.

Sanırım bundan sonrasında İmralı’yı ziyaret edecek ilk BDP heyetinin dönüşte aktaracağı mesajlar belirleyici olacak.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"