Sanırım hatırlarsınız, iki hafta önce Türkiye’nin gündeminde “Sarı Gelin, Ermeni Sorununun İçyüzü Belgeseli” diye anılan bir DVD’nin ilköğretim ve liselerde öğrencilere gösterilmesi ile ilgili bir tartışma vardı.
Genel Kurmay Başkanlığının hazırlattığı bu “belgesel”de Ermenilerin iddia ettiği gibi Osmanlı İmparatorluğunun 1915’de yüzbinlerce Ermeniyi asıp, kesip ya da sürüp yurtlarından etmediği, tam tersine Ermenilerin Türk köylerini basıp toplu cankırımlar yaptığı anlatılıyordu. Dahası Ermeni yurttaşlarımızın çocuklarının gittiği okullarda da bu “belgesel”in gösterilmesi Bakanlık talimatıyla istenmekteydi. O okullarda gencecik beyinlere, ruhlarında yaralar açacak vahşet görüntüleri, kopuk kollar, kanlar akan bedenler, iskeletler, cesetler, cesetler, cesetler gösteriliyor; gencecik beyinlere “Bak senin dedelerin benim dedelerimi nasıl kesmiş” diye özetlenebilecek düşmanlık tohumları insafsızca ve pervasızca serpiliyordu.
Ülkenin saygın gazetecileri bu çarpık zihniyete karşı yorumlar yazdılar; ülkenin saygın sivil toplum örgütleri toplu açıklama yaparak bu DVD’lerin gösterilmesinin önlenmesini istediler. Bir “Türk” yurttaşımız, hem de kendi deyimiyle “Beyaz Türk” bir yurttaşımız kendi bilgisi ve izni dışında küçücük kızına bu DVD’nin izlettirildiğini ve çocuğun ruhsal dengesinin altüst olduğunu belirterek savcılığa suç duyurusunda bulundu.
Olay saklanamaz hale gelince Devlet’in çeşitli kesimlerinden ardarda açıklamalar geldi.
Milli Eğitim Bakanı TV kameralarının karşısına geçti ve “Biz bu DVD’leri sadece öğretmenleri bilgilendirmek için dağıtmıştık. Ama anlaşılan öğrencilere de gösterilmiş. Bu yanlışı durdurduk. DVD’lerin dağıtımını da durdurduk” dedi. Tepkiler sönmeyince bir açıklama daha yaptı ve dağıtılmış DVD’lerin toplatılacağını belirtti.
Aynı günlerde Genel Kurmay Başkanlığı da bir açıklama yaptı ve sözkonusu DVD’leri hazırlatanın kendileri olmadığını belirterek kendini aklamaya çalıştı.
Eh biri Hükümet adına konuşan bir bakan, öteki ordunun resmi açıklaması idi. Biz yurttaşlara inanmak düşer.
Öyle ya, devlet de yalan söyleyecek değil ya...
Peki ya söylediyse ?
Elimde bir belge var. Resmi bir belge. İstanbul’da Kadıköy İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün ilk öğretim okulları ve lise müdürlerine gönderdiği bir faks. Tarihi 3 Mart 2009. Yani bir kaç gün önce. Sayı: 19.08.04.34.00.15 579/6758.
Yani inkar kabul etmeyecek bir devlet belgesi.
Bu belgeden bir kaç cümleyi birlikte okuyalım:
“.... Genel Kurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan ve 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarını konu alan ‘Sarı Gelin. Ermeni Sorununun İçyüzü’ Belgeseli DVD’leri....”
Eeee, hani bu DVD’leri Genel Kurmay Başkanlığı hazırlatmamıştı ?
Ortada bir yalan var. İki devlet kurumundan biri yalan söylüyor.
“Yalancı hangisi” diye sormayacağım. Fark etmez. İkisi de birer devlet kurumu. Yani sonuçta devlet biz yurttaşlarına yalan söylemiş.
Bitmedi.
Aynı faksta “...Bu DVD’lerle ilgili müdürlüğünüzce hazırlanacak raporun en geç 6 Mart 2009 Cuma günü mesai bitimine kadar Müdürlüğümüze elden gönderilmesini...” deniyor. Altında da nal gibi Milli Eğitim Şube Müdürü’nün imzası var.
Eee, hani bu DVD’lerin dağıtımı durdurulmuş, dağıtılanlar da geri çekilmişti.
İnanılacak gibi değil ama ortada yine bir yalan var. Devletin iki kurumundan biri, Hükümet yada İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü biz yurttaşlara yalan söylemiş.
“Yalancı hangisi” diye sormayacağım.
Beni ilgilendiren devletin yalan söylemesidir.
* * *
Bir halk deyişi var: “Et kokarsa tuz konur, tuz kokarsa ne konur” diye sorar.
“Tuz”un bile koktuğu bir aşamaya mı geldik?..