İkisi üst üste geldi; iyi oldu. Bilinçleri devlet tapıncıyla sakatlanmışların da, devlet aygıtından söz derken “yüce, aziz” gibi anlamsız nitelemeler kullanmayı marifet bilenlerin de çenesini kapayacak iki olay ve üst üste...
Biri Pınar Selek’in ömür boyu ağırlaştırılmış hapis istemiyle yargılandığı davanın son duruşması, öteki Madımak can kırımı sanıklarının zamanaşımı zırhının arkasına çekilerek korundukları dava...
Sakın ola ki “Ama bunlar yargının alanındaki olaylar” demeyin. Yargı devlet aygıtının en önemli bileşenidir. Devleti var kılan üç erk’ten yasama (parlamento) ve yürütme (hükümet) bozulduysa, çürüdüyse, yozlaştıysa demokratik yöntemlerle saf dışı bırakılabilir. Örneğin seçimlerde oylarla cezalandırılır, parlamentonun kompozisyonu, iskemlelerin dağılımı değişir, o değişince hükümet de farklılaşır. Yozlaşan, çürüyen, bozulan cezalandırılır.
Ama devletin üçüncü bileşeni yargı farklı. “Et kokarsa tuz konur, tuz kokarsa ne konur” deyişi Osmanlı döneminde hukuku umursamayan, adaleti ayaklar altına alan bir kadı için söylenmiştir ve benimsenip halkın belleğine yerleşmiştir.
O yüzden bir ülkede devletin adil, yurttaşlarının esenliğine, ülkenin bayındır kılınmasına hizmet eden bir yapı olup olmadığını yasama ve yürütmeden önce yargı erkine bakılarak karar verilir. Devletin kahhar (kahredici) mı, kerim mi (koruyan, esirgeyen mi) olduğu sorusu, asıl cevabı yargı erkinde bulur.
* * *
Madımak can kırımından başlayalım.
Yakalanamadıkları için ana davadan dosyaları ayrılan yedi sanık bir mucize olmazsa zaman aşımından yararlanacaklar. Dava düşecek; Madımak katilleri 19 yıldır olduğu gibi yine aramızda olacaklar.
Sizi ayrıntılarla yormayacağım. Örneğin 1993’den beri aranan ve nasılsa yakalanamayan İhsan Çakmak’ın 1997’de askere gidip “vatani vazifesini yaptığını, 1999 resmi nikâhla evlendiğini, doğan çocuğunu nüfusa kaydettirdiğini, polise başvurup otomobil ehliyeti aldığını filan aktarmayacağım. Keza Yılmaz Bal’ın arandığı dönemde düğün dernek ve resmi nikâhla evlendiğini de... Keza an azılı sanık durumundaki Erçakmak’ın güya arandığı Sivas’ta, kızının evinde öldüğünü filan da...
Madımak’ın ayrıntılarına girmeden tek cümle işini özünü anlatır:
Yargı erki, 37 yurttaşımız, hem de ülkenin yetiştirdiği en değerli evlatlardan 37 kişi, kundaklanan otelde cayır cayır yanarken salyalı naralarla “Laik düzen gidecek şeriat gelecek” diye böğüren, itfaiyenin yangını söndürmesine zor kullanarak engel olan o can kırımının baş suçlularını tam 19 yıldır cezalandıramamıştır.
Madımak davası Türk, Sünni olanları has, Kürt ve Alevi olanları üvey yurttaş olarak gören, hem Kürt hem Alevi olanları ise düpedüz düşman belleyen devlet’in kini’nin somutlanışıdır.
* * *
Devlet kini’nin bir başka somutlanışı da Pınar Selek’in ömür boyu ağırlaştırılmış hapisle cezalandırılmak istendiği “Mısır Çarşısı” olayı.
Onun ayrıntılarına hiç girmeyelim. Sadece poliste “ Bombayı Pınar Selek getirdi., ben patlattım” diyen sanığın beraat ettiğini, hakkındaki tek kanıt bu sanığın polisteki itirafları olan Pınar Selek’in ise ömür boyu hapse mahkum edildiğini söyleyelim.
Bir de davaya bakan mahkemenin üç kez beraat kararı vermesine rağmen anlı şanlı ve dahi devletin sarsılmaz bekçisi Yargıtay’ın yine anlı şanlı 9. Dairesi ve son olarak da Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu Pınar Selek’in mahkum edilmesinde ısrar etti.
Evet, Türkiye sosyalist hareketinin öğretmenlerinden Cemal Hakkı Selek’in torunu, elli yıldır bu ülkede adalet için savaşan sosyalist Alp Selek’in kızı Pınar Selek terörist olmakla suçlanıyor; yaşamı boyunca şiddete karşı çıkmış; o şiddet devletten de gelse sesini yükseltmiş bir genç kadından devlet intikam almaya kararlı gibi.
“Hükümetleri eleştirebilirsiniz ama devlete laf söyletmeyiz” diye efelenen ulusalcılardan, “Devlet ebed müddet” gibi bir zırvayı sloganlaştırıp orda burada haykıran milliyetçilere kadar uzanan bir kesimin Madımak ve Pınar Selek davalarının aynasında –adeta- taptıkları şu devlet’i bir gözden geçirseler iyi olacak.
Benim için değil, kendileri için iyi olacak...