Evet, dersimiz demokrasi. Ama elbette öğretmen ben değilim. Haddim değil; zaten bilgim de yetmez. Ama şu Tempo24’de yazı yazan sıradan bir gazeteci-yurttaş olarak demokrasi üstüne “fesat” sorular sorabilir; şeytanın avukatlığına soyunabilirim. Yani “Tırmık”layabilirim...
Buyrun...
* * *
Demokrasi eski Yunancadan geliyor: Demos krates. Birebir çevirirsek ve ille de çok kısa bir tanımlama ile yetineceksek “halkın egemenliği” demek.
E peki, “cumhuriyet” de halkın egemenliği değil miydi? Öyle ya “cumhur” halk demek. Cumhuriyet de halkın egemen olduğu düzen demek. Nasıl mutlakiyet kralın, padişahın, sultanın egemenliği demekse; meşrutiyet halk ile kralın egemenliği paylaştığı düzense; cumhuriyet de cumhur’un egemenliği tek başına elinde tuttuğu düzen demek.
Buraya kadarını herhangi bir ansiklopediden, hatta iyice bir sözlükten bulmak mümkün. Biz biraz daha derinleştirelim.
Her cumhuriyet demokrasi değil. Mesela İran ya da Libya da cumhuriyet. İran kendini “İran İslam Cumhuriyeti” olarak adlandırıyor; Libya da “Arap Halk Cemahiriyesi” olarak. Her ikisinde de devletin düzeni, toplumun yönetimi “Kuran” hükümlerine uygun olmak zorunda. Yasalar Kuran’dan kaynaklanan buyruklara göre düzenleniyor. Yani geçerli olan “göksel yasalar”dır; Tanrı buyruğudur. Göksel yasalar ise değiştirilmez, tartışılmaz, sadece uyulur. Uymayan da cezalandırılır.
Demokrasi ile cumhuriyet kavramları arasında ince ama çok çok önemli fark da işte tam bu noktada.
Demokrasilerde yasalar Tanrı buyruğu değil, halk iradesidir. Buna siyasal dilde “laiklik” deniyor.
Halk yasaları ya kendi doğrudan yapar (İsviçre kantonları) yada temsilci olarak parlamentoya yolladığı milletvekilleri aracılığıyla... Eğer o yasalar beğenilmezse, eskirse, işe yaramazsa değiştirilir ve değiştirilmesini isteyenler, kötü bulduğu yasaları tartışanlar cezalandırılmaz. Tersine sağlıklı bir demokrasi de bu görüşlerin açıkça ifade edilmesinin ve bu görüşleri iktidara taşımak üzere örgütlenilmesinin önü açılır.
Keza devlet yönetiminin dizginlerini elinde tutan siyasal güç (partiler, başkanlar, bakanlar) değiştirilebilir. Kimsenin de buna itiraz etmeye hakkı olmaz.
İlke çok yalın: İktidarı beğenmiyorsan, örgütlen, halkın desteğini al, sandıktan çık ve ülkeyi sen yönet.
Darbe filan gibi zorba yöntemleri aklına bile getirme; çünkü demokrasilerde iktidarı zor kullanarak değiştirmek yada değiştirmeye kalkışmak, bedeli çok ağır –olması gereken- bir suçtur.
* * *
İşte tam da bu noktada “Halk cahil. Yarım çuval erzağa, bir buzdolabına, bir ramazan çadırına, üç kuruşluk sadakaya fit olup, aslında bu ülkeyi yönetmeye layık olmayan siyasal güçleri iktidara taşıyor” itirazı önümüze çıkmakta.
Hepimiz böylesi itirazları dile getirenleri yanımızda, yöremizde duyuyoruz, tanık oluyoruz ve... Ve belki de bizzat kendimiz böyle düşünüyoruz.
Ama unutmayalım, bizim doğru bulduğumuz, bizim, bizi yönetmeye layık bulduğumuz bir başka siyasal güç iktidara geldiğinde, onun hakkında aynı itirazları ileri sürecek başkaları ortaya çıkacak...
Bu durumda ne olacak ? Bize düşen nedir ?
İki seçenek var.
Biri zor, zahmetli, sıkıcı ve üstelik akşamdan sabaha sonuç verecek kadar kestirme filan değil.
Bu seçenekte köşemizde mızmızlanacağımıza siyasetin tam da göbeğinde yer almamız gerekiyor. Görüşlerimizin çoğunluk tarafından benimsenmesi için örgütlü olmak, bir siyasi partinin çatısı altında yeralmak ve kuru kuruya üyelikle yetinmeyip kolları sıvayıp çalışmak gerek.
Evet, zor, sıkıcı ve zahmetli...
İkinci seçenek çok daha kestirme ve etkili. Bulup söyleyen ben değilim. Zeki bakışları yüzüne, gözlerine yansımış, mizah silahını pek ustaca kullanan bir Alman’ın, Bertold Brecht’in. Reçetesi de pek kısa:
Bu halk, bu devlete layık değildir, derhal feshedilmelidir...
Benden bu kadar. Bildiğim iki seçeneği önünüze koydum. Seçim sizin...