14 Mayıs 2012

Derbi Bitti, Şimdi 'Dur Bi!'

Benim için derbi Göztepe - Karşıyaka maçıdır. Kaçıncı ligde oynadıklarının önemi yok. Onun ötesinde futbol benim için seyri keyif veren bir top oyunudur...

Benim için derbi Göztepe - Karşıyaka maçıdır. Kaçıncı ligde oynadıklarının önemi yok. Onun ötesinde futbol benim için seyri keyif veren bir top oyunudur... İster Barcelona-Real Madrid, ister Galatasaray – Fenerbahçe oynasın; fark etmez...

O yüzden kirli ligin şampiyonunu belirleyecek Galatasaray – Fenerbahçe maçını televizyondan bile izlemedim; yakın arkadaşlarla keyifli bir akşam yemeğinde daha da keyifli bir sohbet kaynatmayı yeğledim.

İyi etmişim.

Okuduklarımdan tatsız tuzsuz bir maç olduğu anlaşılıyor. Sahanın en iyisi hakem Cüneyt Çakır’mış. Nitekim Milliyet’in yeni futbol yazarı İspanyol Fabian Torres “...Futbol olmayınca sahada bir kahraman gerekirdi, o da hakem oldu...”  diye yazdı.

Ama asıl oyun maç bittikten sonra oynandı. Tribünler yakıldı, parçalandı; önce stadyumda, ardından Kadıköy sokak ve caddelerinde kör bir terör, benzeri az görülür bir vandalizm (=Amaçsız yakıp yıkma, yok etme) kol gezdi.  

Ertesi günkü gazetelere spor sayfalarından başladım.  Sade suya tirit, olmadı en hasından geyik yazılar döktürenleri bir yana bıraktım. Aklı başında, entellektüel birikimi zengin spor yazarları da   “Maçtan sonra hiç de hoş olmayan görüntüler yaşandı” türünden  klişelerle yetindiler.

Peki, spor yazarlarını geçelim; toplumsal analizlerde (=çözümlemelerde), yüzeysel olmayan yorumlarda yeri olan kalemler bile “Derbi” dediler ama “Dur bi” demediler.

Oysa futbol dünyasında ya da dünyası futbol olan dev bir kitlede “Dur bi” denmesini gereken bir şiddet  tapıncı ve aynı ölçüde derin bir kimlik bunalımı (belki de bozukluğu) yaşanıyor.

Olup bitenin başka açıklaması yok. Varsa bile ben bilemiyor, bulamıyorum.

Birinin bir futbol takımını tutması pek doğal. Tuttuğu takımı çok, hatta aşırı ölçülerde çok sevmesi de anlaşılabilir bir ruh hali. Takımı yenince sevinir, yenilince karalar bağlar; hadi diyelim belki de ağlar. Buraya kadarını ben bile anlayabiliyorum. Ama bir kişinin bütün dünyası tuttuğu takıma odaklanmışsa, kimliğinin baskın yanı “takım taraftarlığı”na dönüşmüşse orada ruhsal bir sorun olsa gerek. Dahası bu bozulma bir kaç yüz, bilemedin bir kaç bin kişiyle sınırlı değilse, inanılmaz ölçülerde kitleselleşmişse “Dur bi” demek yanlış olmasa gerek.

Sosyal psikolog değilim. Bu olguya bilimsel bir çözümleme ile yaklaşıp açıklamak beni aşar. Ama bu, doğal olmayan, toplumsal bir bozulma ya da çürüme göstergesi olarak algılanabilecek bir “vakıa”yı görmeye engel değil.

Siyasal göçmen olarak Almanya’da yaşadığıım yıllarda, yaşlı, Nazi toplama kamplarından sağ çıkabilecek kadar dirençli ve deneyimli, bilge Alman komünisti Werner G.’ye Türkiye’de 12 Eylül cuntasının ardarda verdiği idam kararlarını, işkence tezgahlarını, ülkenin üstüne çökmüş faşizm karabasanını anlatmaya çabalıyordum. Sözümü kesti:

- Bunlar geçer Engin, dedi. Acı ve tatsız anılar olarak belleklerde kalır ama geçmiştir. Oysa faşizmin ektiği zehirli tohumlar bir kaç on yıl sonra boy atar. Sen asıl ondan kork.  Kitleler politikadan, yani ülke yönetimi üstüne söz sahibi olmaktan korkarlar ve uzak dururlar. Para kazanmak ve o parayla tüketmek, tüketmek ve yine tüketmek baskın olur. Bunu yapacak olanaklara sahip olamayanların içinde biriken öfke ve kime ya da neye karşı duyduğunu bilemediği kin patlak verdiğinde kör bir şiddete ve vandalizme dönüşür. Korkarım bunu yaşayacaksınız. O zaman beni hatırla...

Derbi sonrasında Werner G.’yi hatırladım.

Bir de Portekiz’in faşist diktatörü Salazar’ı hatırladım. Ülkesini demir yumrukla ve muhalefetin kırıntısını bile acımasızca ezerek tam kırk yıl yönetti. Bunu nasıl “başardığını” sordular. Omuz silkti:

- Üç F ile, dedi. Fado, fiesta, futbol...

Fado, Portekiz’de bizim arabesk müziğe akraba, aşk acıları üstüne kurulu gözü yaşlı bir müziğe deniyor. Fiesta, malum, şenlik demek, kitlesel eğlence demek. Futbol ise...

Çok bilinen, çok söylenmiş o yüzden de aşınmış, adeta yalama olmuş bu Salazar cümlesine burun kıvıranlarınız çıkabilir.

Çıkmasınlar...

Sevdiğine “Badem gözlüm, hilal kaşlım, keklik sekişlim” diye mısra düşüren divan şairlerinin güzeli böyle tanımlamaları, çok söylenmiş, çok yinelenmiş, aşınmıştır. Ama bu badem gözlü, hilal kaşlı, keklik sekişli bir kadının güzel olduğu gerçeğini değiştirmez.

Salazar’ın sözü de  çok aşınmış olsa bile geçerliğini  yitirmez. Derbi sonrasında sanki o söz Türkiye için de söylenmiş gibi geldi bana ve o yüzden “Dur bi” dememiz gerektiğini düşündüm.

Hatta demekte belki geç bile kaldık... 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"