Başlıktaki iki kavram, değişim ve açılım son dönemde pek sık kullanılır oldu. Ama bu iki kavrama herkes kendi meşrebince anlamlar yüklüyor ve öyle kullanıyor. Bu farklılaşmada ana eksen çoğu kez AKP’ye karşı alınan tutum belirleyici olmakta. İflâh olmaz AKP hayranları, AKP’nin attığı pek çok adımı değişim olarak niteleyip alkışlıyor; iflâh olmaz AKP düşmanları da AKP’nin attığı hemen her adımı “şeriat devletine, karanlığa, korku imparatorluğuna” doğru bir değişim olarak niteleyip yerin dibine batırıyor. Bu tutum(lar) açılım kavramı söz konusu olduğunda da pek farklı değil.
Değişim’den başlayalım (mı?)
Değişim deyince toplumun derinliklerinden gelen, toplumun yapısında değişikliklere sebep olacak bir sosyal gelişmeyi anlasak gerek. Değişim toplumdaki sınıfların, zümrelerin, katmanların, kesimlerin, grupların karşılıklı konumlanışında değişikliklere yol açacaktır. Toplumun ekonomik, siyasal, kültürel yapısında çalkantılar yaratacaktır. O güne kadar başat olan, egemen olan bazı ilişkilerde küçük ya da büyük değişiklikler getirecektir.
Türkiye bu anlamda bir değişim yaşıyor mu?
Bu soruya “hayır” diyebilmek için ya karacahil olmak ya da siyasal körlükle sakatlanmış olmak gerek.
* * *
Geçtiğimiz yüzyılın sonlarından itibaren kendini dayatmaya başlayan ancak değişime direnen ya da ayak uyduramayan siyasal iktidarların ve ekonomideki egemen güçlerin ancak ertelemeye çabaladığı ve ertelendikleri için de biriken toplumsal talepler, gelişmeler, hareketlenmeler 2000’li yılların başından itibaren bırakın önüne geçilmeyi, ertelenemez hale geldiler.
Türkiye ekonomisinin yapısında, örgütlenmesi ve işleyişinde Turgut Özal’ın “Türk Parasının Değerini Koruma Yasası”nda yaptığı köklü değişiklikle simgesel anlamda başlayan değişiklik, kapitalizmin emperyalizm dönemini de aşıp “küreselleşme” diyle nitelediğimiz döneme sıçramasıyla birleşti. Bunun Türkiye kapitalizminin korumacı, devletten beslenmeci, “ithal ikameciliğin” fırsatlarını sonuna kadar kullanmaya alışmış geleneksel yapısında değişiklikler yaratması kaçınılmazdı.
Yarattı da.
Sanayide (özellikle tekstil ve otomotivde) ve bankacılık (finans sermayesi) alanında çok hızlı ve çok sert bir değişim yaşandı.
Kimilerinin endazeyi şaşırıp “AKP iktidarında sermaye el değiştiriyor” saptamaları –kanımca- doğru değil. Ama geleneksel sermaye gruplarına kimileri onlar kadar güçlü yeni kapitalistler eklemleniyor. Yani Koç yine Koç, Sabancı, Doğuş, Çukurova, Enka, Borusan, Tekfen vb. varlıklarını –hatta daha da güçlenerek, büyüyerek- sürdürüyorlar, ama artık köpeksiz köyde değneksiz dolaşamıyorlar.
Bunun bir sürü göstergesi var. Birine işaret edeyim: Düne kadar ikinci ligde oynayan bir sermayedar sınıf örgütlenmesi olan MUSİAD, bugün temsil ettiği sermaye miktarı ve çeşitliliği ile artık TUSİAD’ın liginde oynamaya hazırlanıyor.
Dahası Özalist ekonomi politikasıyla dünyaya açılan Türkiye ekonomisinde düne kadar hiç yer almamış küresel oyuncular sahneye çıktılar. Hem de ne çıkış!
Sanayide özellikle Çiller döneminde başlayan AKP döneminde doruklara tırmanan özelleştirme, kamu mülklerinin tasfiyesi süreçleriyle ulusötesi şirketler Türkiye ekonomisinde bazan tek başlarına, bazan yerli ortaklarıyla başrol oyuncuları arasında yer aldılar.
Keza ekonomiyi ayakta tutabilmek için zorunlu dövizi bulabilmek için tek çare olarak sarılınan yüksek faiz ve faiz gelirlerinin vergiden muaf kılınması politikaları küresel finans sektörünün yeni ve bereketli bir avlak olarak gördüğü Türkiye’ye akmasını sağladı. Bugün yerli (yerli?) bankaların yanısıra küresel çapta faaliyet gösteren bankaların Türkiye’de neredeyse eksiksiz yer alması bunun bir göstergesi...
Şu ana kadar sadece ekonomik alandaki değişiklikleri, gelişmeleri kabaca özetledim.
Sadece bunlar bile toplumun yapısında köklü değişiklikler yaratacak etkenlerdir ve üstelik hepsi bundan ibaret değil. O yüzden toplum derin bir değişim yaşıyor.
Bu ne AKP iktidarının suçu ne de AKP iktidarının marifeti. Hangi iktidar olursa olsun Türkiye bu değişimi yaşayacaktı ve yaşıyor. Siyasal iktidarların bundaki rolü hızlandırmak ve yavaşlatmakla sınırlıdır ve bu etki bile epey sınırlıdır.
* * *
Yazmaya başladıktan sonra çok çetrefil bir konuya daldığımı farkettim. Ama artık çok geç. Ok yaydan, yazı bilgisayardan çıktı. Önümüzdeki günlerde olağanüstü bir olay filan (mesela ağzımdan er alsın ama darbe filan) yaşamazsak ve ben dün akşamki gibi salya sümük, nezle grip yatağa düşmezsem Tırmık’ta bir kaç gün daha bu konu ele alınacak.
Sizce sıkıcıysa, şimdiden uyarayım dedim...