01 Kasım 2010

Değişim, Açılım ve AKP

AKP iktidarı belki vakitlice kavradı ve bunun ödülünü açık ara birinci parti olarak alıyor. Ama yönetebilmeye gelince...

Bu yazıyla şu pehlivan tefrikasına dönmüş konuyu noktalayalım. 
İlk iki yazıda Türkiye’nin yaşadığı ve dipten gelen değişim sancısını, onun yol açtığı altüstlükleri çözümlemeye (=analiz etmeye) çalıştık. Şimdi sıra “açılım”da.
Aslında bir önceki Tırmık’ın “sonu”, bu yazının “başı” da olabilirdi.
Hatırlatayım:
“...Bu büyük değişim basıncı ve dalgasına bakıp “iyi” ya da “kötü” demek saçma. Hüner onun gerçekliğini vakitlice kavramak ve yönetebilmekte.
AKP iktidarı belki vakitlice kavradı ve bunun ödülünü açık ara birinci parti olarak alıyor. Ama yönetebilmeye gelince fena halde ve sık sık sınıfta kalıyor.”
Eğer bir toplumda dipten gelen bir değişim basıncı yaşanıyorsa, siyaset o değişim taleplerini ya da o değişimin yol açtığı zorlukları yönetmek, yönlendirmek, ülke yararına değerlendirmek yükümünde.
Şu an siyasal iktidar AKP’de. Hem de tek başına. Ne ayağına prangalar takabilecek bir muhalefet var; ne bir koalisyon ortağı ile uzlaşmak zorunda.
Değişim basıncının dayattığı, basıncın önü tıkandıkça kangrenleşen sorunlar demetini çözmek için tek başına iktidar AKP “açılım” diye bir kavram kullanmaya başladı ve görünüşe göre ardarda açılımlar geldi.
Şu sorunlar demetinin  belli başlılarını, başat olanlarını sıralayalım ve AKP’nin bunları çözmek için kalkıştığı açılımlara bakalım.
Bir: Kürt sorunu.

Ülkemizin en yakıcı, en can alıcı sorunu olan Kürt sorununun askeri yöntemlerle çözülemeyeceğieni hayat bize öğretti. Artık “Yollayalım askeri, girelim Kandil’e, asalım, keselim, kökünü kurutalım şu Kürtlerin”  diye desteksiz sallayan “mahalle kahvesi kurmayları”nı bir yana bırakırsak toplumun büyük bir kesimi sorunun askeri yöntemlerle çözülemeyeceğini anladı (gibi). 
Peki, sizce AKP, Kürt sorununu barışçıl yöntemlerle çözmek için sahiden bir açılım yaptı mı? Mahmur kampından ve Kandil’den on-onbeş PKK’linin Habur’dan girmesi belki bir açılım başlangıcı olarak değerlendirilebilir. Peki sonrası? Savaş baronlarının seslerini yükseltmesi karşısında ürküp gerileyen; dağdan inenleri tutuklayan, yeni gelişlere izin vermeyen; ardından KCK operasyonları ile bini aşkın Kürd’ü, hem de aralarında seçilmişler bulunan Kürdü plastik kelepçelerle bağlayıp demir parmaklıklar ardına yollayan; korkuyla açılmış gözleri belleklerimize kazınan küçük Ceylan’ın hesabını soramayan; Anayasa referandumunda Kürt siyasi hareketinin “boykot başarısı”nı hazmedemeyip yağıp gürleyen; Kürtler arasına Gülen cemaatının misyonerleri ve Mustazaflar (eski Hizbullah)  aracılığıyla “din kaması” sokmaya çalışan AKP’nin yapıp ettiğine açılım yerine “mış gibi yapmak” dense yeridir. 
İki: Ermeni sorunu.

İşte yine “açılım yapıyoruz” deyip bir “mış gibi yapmak” örneği. Türkiye’nin Kafkaslar politikasının ayağına takılmış (kim taktıysa artık)  Azerbaycan prangasını çözmeden Ermeni sorununu çözmeye çalışmak nafile çabadır. Nitekim “Sorunu çözüyoruz” diye şişinen, öğünen, yağıp gürleyen AKP bugün Ermeni sorununu zamanın çürütücü etkisine terketmiş gibi. Ne yurttaşımız Ermenilerin vakıf mallarının iadesine ilişkin uluslararası hukukun gerekleri yerine getirilmekte, ne Ermenistan Cumhuriyeti ile iyi komşuluk ilişkilerinde dişe dokunur adım atılmakta. Sınır kapısını açarak “ticaretle başlayan yakınlaşma” adımını bile atamayan AKP’nin Ermeni sorununa kalıcı ve anlamlı bir çözüm getirebileceğini ummak safdillik değilse nedir. (Hrant’ın gerçek katillerini yargıç karşısına dikmemek için direnen, bizleri tetikçilerle başbaşa bırakan zihniyeti bu paragrafa eklemek bile istemem. Hrant Dink ayıbı, açılım palavrasını aşan bir “devlet suçu” olarak önümüzde durmakta).
Üç: Ekonomik açılım.

AKP’nin ekonomide yapıp ettiklerine de “açılım” yaftası yapıştırdı mı hatırlamıyorum; ama “başarı” olarak niteleyip öğündüğü, şişindiği aşikâr.
Peki ekonominin yapısında “açılım” kavramını hakedecek değişiklikler yaptı mı AKP?
Bence hayır. 2000 Aralık – 2001 Şubat “ikiz krizleri”nin yıkımını düzeltmek üzere kolları sıvayan Kemal Derviş’in programını hemen hemen aynen tekrarlamaktan öte ne yaptı ve ne yapıyor?  Derviş, kaçan ve gelmez olan dövizleri yeniden ülkeye akıtabilmek için gerekli ekonomik istikrarı sağlayacak acı bir reçete uyguladı ve başardı. Yüksek faizin tadını alan uluslarötesi “yamyam” finans sermayesi gerekli güveni buldu ve yeniden akmaya başladı. Şu anda “iyi giden ekonomi”nin iyi gidişi temel yörünge olarak bundan ibaret. Yani AKP iktidarı ekonomide bir açılımın değil “mevcudu muhafaza”nın mimarıdır. Bu ana yemeğe garnitür olarak memur alımları (yani maddi üretim yapmayan hizmet sektörü)  ile işsizlik sorununu hafifletmek girişimlerini ve körfez sermayesi denen petrol-dolar zengini Arap ülkelerinin fonlarından bir kesimini Türkiye’ye aktarmalarını sağlayacak ekonomik-politik ilişkilerin yoğunlaştırılmasını ekleyebilirsiniz. Ötesi ? Ötesi -en azından şimdilik- yok...
Dört: Avrupa Birliği açılımı.

AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılını hatırlayın. O yılların aynı zamanda ordu içindeki darbe bağımlısı generallerin kolları sıvadıkları yıl olduğunu da gözardı etmeyin. Darbe hesapları yapan generallerin 2004’e kadar o koltuklarda oturduklarını da unutmayın.
Şimdi tutup AKP’nin Avrupa Birliği’ne dört elle sarıldığı, ardarda uyum yasaları çıkardığı, AB önerileri çerçevesinde Kıbrıs’ta Annan Planı referandumunda “evet” çıkması için kırk yıllık Denktaş iktidarına son verecek güçleri (CTP’yi) açıkça desteklediği günlerde Türkiye’yi sahiden Batı Avrupa standartlarında bir demokrasiye kavuşturmak için değil, olası bir darbenin önünü kesmek için bunları yaptığını söylesek çok mu “fesat” bir değerlendirme yapmış oluruz ? Eğer bu değerlendirme sahiden “fesat” kokuyorsa daha sonra AKP’nin AB yolunda tek bir adım atmadan yıllar ve yıllar geçirmesini nasıl açıklayacağız? Bu nasıl bir AB açılımıdır acaba? 
AKP, AB açılımında da “mış gibi yapmayı” yeğledi.
*    *    *
Beş...
Yok, yazı uzadı, yer kalmadı...
Yazı uzadıkça uzadı. Oysa sırada daha Kıbrıs sorununun çözümü,  Roman açılımı, Alevi açılımı, 2002 seçim propagandasında sözü verilen dokunulmazlıklar sorunu, son referandum öncesinde “ Referandumun ertesi günü yeni Anayasa için kolları sıvayacağız” sözünü yalayıp yutup, “Seçimlerden sonra düşünürüz”e dönüştürme filan var...
Ama dedim ya yer bitti. O yüzden kalanlarda “açılım” mı yapıldı, “mış gibi mi yapıldı” sorusunun cevabını sizlere bırakacağım.
Kabul edin ki zor bir soru değil.
Haydi başlayın... 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"