02 Temmuz 2014

'Değerli yazarımız Aydın Engin yıllık…'

Size acıklı bir meslek hikayesi anlatacağım.Yufka yürekliyseniz mendillerinizi hazır edin…

Size acıklı bir meslek hikayesi anlatacağım.Yufka yürekliyseniz mendillerinizi hazır edin…

Profesyonel gazeteciliğe Yeni Ortam dergisinde başladım. 1970’in son günleriydi.. Hazırlıklar bitti, dergi yayına girecekken ordu 12 Mart muhtırasını verdi; adı darbe olmayan bir darbe yaptı, ülkenin üstüne utangaç bir faşizmin karanlığı çöktü ve Yeni Ortam dergisi birden kıymete bindi. Bu ülkede haftalık haber dergisi 50-60 bin satar mı? Yeni Ortam sattı. Haftalık haber dergisi ikinci baskı yapar mı? Yeni Ortam’da ikinci değil üçüncü baskıyı bile yaptık…

O faşizan karanlıkta Yeni Ortam solculardan sahici demokratlara kadar geniş bir kesimin soluk aldığı, haber aldığı bir pencere oldu. Namımız aldı yürüdü. Herkes bizi koca bir yayın kuruluşu olarak görüyordu.

Oysa arasıra uğrayan patronumuz Kemal Bisalman’ı saymazsanız, o “koca” Yeni Ortam bürosunda topu topu iki kişi çalışıyordu. Biri yazıişleri müdürü Aydın Engin, öteki dış haberler sorumlusu Osman Ulagay. Ha, bir de Ankara’da bazı gazetelerin bürolarında boş iskemle, masa bulup, çaktırmadan telefonlarını kullanıp haber toplayan, derleyen, yollayan Uğur Mumcu

Başka…

Başka kimse yok. Sadece üç kişiyiz ve ama bizi yere göğe koymayan bir okur kitlemiz, epey yaygın bir ünümüz var…

O koşullarda yaz sıcakları bastırdığında bırakın bir aylık, bir haftalık bile izin yapmak mümkün olabilir mi?

Yeni Ortam’da yıllık iznimi, yaz sonunda tutuklanıp askeri hapishaneye konduğumda kullandım. Hem de aylarca…

Ben hapisten çıktım, Yeni Ortam haftalık dergiden günlük gazeteye dönüştü; ben yine yazıişleri müdürü oldum. Mustafa Ekmekçi, İlhami Soysal, hatta benimle aynı meslek kıdemindeki Uğur Mumcu yıllık izin haklarını kullandılar. Kendi ellerimle “Yazarımız filanca yıllık izninin bir bölümünü kullanacağından yazılarına bir süre ara verecektir” duyurularını sayfaya yerleştirdim.

Sonra da bir punduna getirip, yaradana sığınıp patrona “Abi ben ne zaman izne çıkayım” diye sordum, gözlerini devirerek gürledi:

- Manyak mısın sen oğlum? Gazeteyi odacı Süleyman Efendi mi çıkaracak?

Ne denebilir? Sustum.

O yıllardaki (yıldaki değil yıllardaki) izin hakkımı Yeni Ortam’dan kovulduktan sonra bir yandan iş ararken kullandım.

Ardından resmen DİSK’in satın aldığı, Türkiye Komünist Partisi’nin gayri resmi organı Politika gazetesinin yönetimini İsmail Cem’den devraldım. Türkiye’nin “Devrimci buruşmaz, kırışmaz, ıslanmaz, yorulmaz, üşümez ve tabii yıllık izin filan gibi küçük burjuva alışkanlıklara da kapılmaz” günleriydi. İzin isteme gafletinde bulunan yazıişleri amelesini kendim gürleyip püskürtürken, kendime izin verecek halim yoktu elbette. Ama şanslıydım. 1976’den 1980 ilkbaharına kadar süren Politika gazetesi serüvenimde dört, hatta galiba beş defa askeri hapishanelere girip her birinde birkaç ay yatıp çıkarak yıllık izinlerimi pek güzel kullandım.

Sonra 12 yıllık siyasal göçmenlik dönemi geldi. Avrupa’da iyi sürttüm, bol bol izin yaptım. Ama benim gönlüm öyle sıradan izinde değil, gazetedeki köşede “Değerli yazarımız Aydın Engin yıllık izninin bir bölümünü kullanmak üzere yazılarına ara vermiştir” gibi fiyakalı bir anonsla yapılan izinde. Yani Avrupa’daki izinleri izinden saymıyorum, sayamıyorum.

Siyasal göçmenlik bitti, yurda ve mesleğe döndüm. Cumhuriyet’te başladım. Meslek kıdemime bakıp bende marifet olduğu vehmine kapıldıkları için yazıişleri müdürü bile yaptılar. Bir de haftada altı gün Tırmık köşesi…

Birinci yılımı tamam ettikten sonra İlhan Selçuk’un odasına çıktım, olanca şirinliğimi takındım, sordum:

-Abi benim yılda 45 gün izin hakkım var ya… Onun bir ayını kullansam… Şöyle deniz kıyısında bir yerlerde mesela… Ne dersin?..

Yüzünde kıl bile kıpırdamadan güldü:

- Tabii oğlum, yorulmuşsundur. Kullan iznini… Nereye gideceksen yazını oradan yollarsın. Hiç sorun değil… Keyfine bak sen…

İyi mi?

10 yıllık Cumhuriyet serüveni boyunca bir kerre bile Tırmık köşesinde, öteki ünlü gazeteciler (düzeltiyorum: Gazeteci yazarlar) gibi “Yazarımız Aydın Engin yıllık izninin bir bölümünü…” diye başlayan anonsu koydurup, mesleki kompleksimi aşamadım.

Cumhuriyet’ten sonra kuruluşunda sorumluluklar üstlendiğim, çıkışından sonra da altı ay kadar haftada altı gün yazdığım Birgün’de de, ikibuçuk yıl yazdığım AGOS’ta da kara bahtım, kem talihim değişmedi.

Sonra T24 serüveni başladı. Beşinci yılı doldurmak üzereyiz…

Artık isyan bayrağını çekme, alavere dalavere de olsa bir şeyler yapmam gerek.

Aramızda kalsın, Doğan Akın’a çaktırmayın.

A-ha burda ilan ediyorum:

“Değerli yazarımız Aydın Engin yıllık izninin bir bölümünü kullanmak üzere yazılarına iki hafta ara verecektir…”

Oh be…

İki hafta sonra görüşmek üzere…

*    *    *

Not: Bu ciddiyet dozu epey düşük, üstelik çok kişisel yazı yüzünden bana sataşmak isteyen, bu amaçla “yorum yaz” kutusuna bir şeyler yazacak ya da e-mail yollayacak okurları uyarıyorum. Boşuna zahmet etmeyin. İki hafta boyunca bilgisayarım evde uyuyacak; cep telefonum  da onun yanında olacak… Ne yazarsanız yazın, kendiniz  yazıp kendiniz okuyacaksınız…

Ona göre yani…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"