Başlıktan belli;daldan dala dolanacağım. Konu kıtlığından değil, konu bolluğundan…
İlk dal Fethiye Çetin’in kitabı: Utanç Duyuyorum !
Bir hukukçu, Fethiye Çetin gibi inatçı bir hukukçu acaba neyden ve neden utanır ?
Bağımsız yargının devletle, hem de devletin derinlikleri ile kurduğu sahiden utanç verici ilişkilerle…Kitap bunu söylemeden ama en kalın kafalının bile anlayacağı yalın bir yanıt veriyor.
Bir çok meslektaşım köşelerinde Fethiye Çetin’in kitabı üstüne okuyanın kanını donduracak somutlukta ve korkunçlukta ayrıntılar aktardılar. Bencehiç bir ayrıntı kitabın bütününü aktarmakta yeterli olamayacak. Bizim (Düzeltiyorum: Bizim değil, onların) yargı aygıtında irili ufaklı, önemli önemsiz pek çok olaya ya gazeteci olarak tanık oldum, ya bizzat kendim sanık iskemlesinde oturup "Beyler siz ne yaptığınızın farkında mısınız" diye (içimden) bağırdım. O kadar ki yargı ekinde olup bitenler artık beni şaşırtamaz, öfkelendiremez, utandıramaz, kanımı donduramaz sanıyordum.
Yanılmışım.
Fethiyle Çetin arkadaşımın kitabı, hem de dosyasını avucumun içi gibi bildiğimi sandığım bir davada beni şaşırttı, alabildiğine öfkelendirdi, utandırdı, kanımı dondurdu. "Bu kadar da olamaz" dediğim cümleler, paragraflar, sayfalar oldu.
Sözün özü: Burada bir kitap reklamı, tanıtımı yapmıyorum. Eğer Hrant Dink’in yok edilmesi sizin de vicdanınızı kanattıysa ve ülkemizin en iyi evlatlarından birini yok etme kararı hangi karanlık süreçlerden geçerek gerçekleştirildi sorusunun cevabını merak ediyorsanız Fethiye Çetin’in kitabını edinmelisiniz. Metis Yayınlarından çıkıyor. Belki siz bu yazıyı okurken kitapçı raflarında yerini almış bile olacak. Değilse bile eli kulağında…
* * *
Suriye dalına geçelim.
Küçük, henüz kesin olmayan bir umut belirdi. ABD ve onunla birlikte dünyaya nizam verme yetkisini kendilerinde gören "Batı", Suriye’ye askeri bir operasyon düzenlemeden, yani savaşsız bir çözüm üstünde anlaşıyor gibi.
Anlaşılan ABD ve AB yurttaşlarının büyük, çok büyük çoğunluğu Suriye’ye bir askeri müdahale ile kaçınılmaz olarak patlayacak Ortadoğu adlı barut fıçısının "patlatılmasına" karşı oldukları için ABD ve AB tepelerinin siyasetçileri geri adım atmaya hazırlanıyorlar.
Peki bir ülkenin yurttaşlarının büyük, çok büyük çoğunluğunun olası bir savaşa katılmayı açıkça ve kesinlikle reddetmelerine rağmen savaş naraları atan bir siyasetçi var mı ?
Var !.
"Komşularla sıfır sorun" politikasının mucidi ve "Sorunsuz komşu kalmasın" politikasının sorumlusu Ahmet Davutoğlu sözünü sakınmıyor:
"Bugün böyle kozmetik bir yöntemle eğer geçmişte uygulanan o büyük suçu unutturmak adına nerede olduğunun tespit edilmesi bile aylar alacak olan bir kimyasal silahlar envanterinin çıkarılması veya devri gibi konuyla zaman kazandırılmaya çalışılırsa, Beşşar Esed'in bundan sonraki katliamlarına yeşil ışık yakılmış olur."
El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra hakkında ciddiye alınacak tek cümle kurmamış bir siyaset esnafının sözleri bunlar. "lle savaş" diye naralanıyor. İlle Baas rejiminin tepesine binilsin ve insan ciğeri yiyip insan kanı içen gözü dönmüş yamyamların önü açılsın ve Suriye’de sünni eğemenliğinin bayrağı dalgalansın…
Ne Baas diktatörlüğünün, ne El Nusra çetelerinin yanında saf tutmadan, bir üçüncü çözüm olasılığını aklına getiremiyor. Getirse bile hemen aklından kovalıyor.
Bereket "büyük ağabeyler" yanaşmadıkça, yeşil ışık yakmadıkça yağıp gürlemekten öte elinden pek bir şey gelmiyor…
* * *
Eylül dalına geçelim mi?
Farkında mısınız? Yoksa beton ve asfaltla sıvanmış, egzos gazına bulanmış kentin koşuşturması içinde farkında olamadınız mı ?
Güz geldi. Eylül bütün güzelliği ve hüznüyle (Hüzün güzeldir) bizi kucaklıyor.
Yazarınız "Siyasetin canı cehenneme" demek ve Eylül’ü okuruyla paylaşmak istiyor.
Mesela Marmara Adasında, tepelerinde martı bulutları ile dönen balık ve karides motorlarının şiiri üstüne acemi de olsa paragraflar döktürmek istiyor.
Kimbilir belki önümüzdeki günlerden birinde bunu yapar da…