Devlet düğümlendi. Düğüm derken kördüğüm demek istedim.
Bunu biraz açalım.
Ortaokul yurttaşlık bilgisi kitabından ya da günümüzde kaçıncı sınıfta hangi adla okutuluyorsa o kitaptan özetleyeceğim.
Kitaba göre çağdaş devlet üç bileşenden oluşur: Yasama, yürütme, yargı erkleri.
Yasama erki ülkede uyulması gereken yasaları çıkarır. Temsili demokrasi tercih edilmişse seçilen milletvekillerinin oluşturduğu Meclis’ten, yok doğrudan demokrasi yeğlenmişse bütün yurttaşlardan oluşur.
Yürütme erki yasaları uygulayandır.
Yargı erki yasalara uymayan yurttaşları, yasalara uymayan yürütme erkini ve çıkardığı yasaların Anayasaya uyup uymadığını belirlemek amacıyla yasama organını denetleyen erktir.
Çağdaş devlette bu üç erk (=kuvvet) birbirinden ayrıdır. Yargı buna ek olarak hem yasamadan, hem yürütmeden bağımsızdır.
Ancak bu bağımsızlık başına buyrukluk anlamına gelmez.
Yurttaşlık bilgisi dersinin devlete ilişkin bölümünün özeti bu kadar.
Bu sıkıcı ve epey basitleştirilmiş ders özetini sizler için değil, hani denk gelir de Hükümetten (yürütme erki), yargıç ya da savcılardan (yargı erki) ve milletvekillerinden (yasama erki) birileri okur umuduyla yazdım. Çünkü onların bu derse bu günlerde şiddetle ihtiyacı var.
* * *
Şimdi soralım:
Çağdaş devletin erkleri arasındaki ilişkinin bu açık seçik tanımına,bu çok kilit önemdeki ilkeye rağmen yasama – yürütme-yargı erkleri birbirine girerse, biri ötekinin alanında at koşturmaya kalkarsa ne olur?
Bugün Türkiye’de ne oluyorsa o olur.
Devlet düğümlenir. Hemen düzeltilmezse düğüm kördüğüme dönüşür.
Dönüşmüş mü?
Birlikte bakalım:
Yargı, siyasal iktidar koalisyonundan (Koalisyon derken bugün çatırdayan AKP ve Cemaat koalisyonunu kastettiğimi ayrıca belirtmeli miyim?) bağımsız olamadı.
Aslında yakın tarihimiz boyunca hiç olamadı. Bağımsız yargıç ve savcılar olmak yerine devletin memuru olmak ve yurttaşa karşı devleti savunmakla görevli olduğuna inandı ve öyle davrandı.
Çok eskilere gidip yazıyı uzatmanın alemi yok. Ama Ergenekon davalarında askeri vesayetin kalıcı olarak tasfiyesi için doğan fırsatları yargı, siyasal iktidarın o ilkel rövanşizm (=intikamcılık)hesaplarına kurban etti. Sadece somut darbe suçu işleyenleri değil, iktidar koalisyonunun rakiplerinin de cezalandırıldığı davalara dönüştürdü. Hukuk derin yaralar aldı ve toplumda “adil yargılanma” algısı olağanüstü zayıflatıldı…
Aynı hukuk cinayetlerini KCK davaları diye adlandırdığımız ve Kürt siyasal hareketinin seçilmiş temsilcilerini de kapsayan “rehine operasyonu”nda da tanık olduk ve tanık olmaya devam ediyoruz.
Son olarak da “basın açıklaması dağıtan” savcı ile onu etkisizleştirme görevlisi gibi ortaya çıkan başsavcının itiş kakışını yaşadık.
Yargı için bu kadarı (yetmez ama) yetsin.
* * *
Yürütme’ye gelelim. Aslında Tayyip Erdoğan’a demek daha doğru. Çünkü yürütme erkini tek başına o temsil ediyor. (İtirazı olan?)
Yapıp ettiklerine, söylediklerine bakıldığında, yazının başında özetlediğimiz “devletin bileşenleri ve kuvvetler ayrılığı” dersini okulda ya hiç görmemiş ya da o bölüm anlatılırken pencereden dışarı bakıyormuş.
Kanıt mı?
İki güne sıkıştırdığı beş altı mitingden birinde söyledi:
- Biliyorsunuz, yürütme de, yasama da biziz…
Biri kalkıp da şöyle demedi:
- Hayır efendi, yürütme siz değilsiniz, Bakanlar Kurulu’dur. Tabii bakanlar sadece bakmak için oraya konmuş vitrin mankenleri değilse. Yasama ise hiç siz değilsiniz. Yasama Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir ve bugün için AKP, CHP, MHP, BDP, HDP ve bağımsız milletvekillerinden oluşmaktadır. İyidir, kötüdür, yeterlidir, yetersizdir başka konu. Ama kesin olan şu ki yasama asla ve asla siz değilsiniz…
Acep bunu deme görevi olan, hem de asli görevi bu olan biri var mı?
Var.
Sıra geldi Anayasa dersine. Anayasa’da şöyle yazıyor:
“…Cumhurbaşkanı… Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.”
Politikacı Abdullah Gül, içinden çıktığı ve yine içine döneceği işaretlerini verdiği partisinin iç çalkantıları sırasında suskunluk duvarının ardına saklanabilir; kendisini devre dışı bırakmak istediği artık ayan beyan olan Recep Tayyip Erdoğan’a karşı çıkacağı zamanlamayı (=timing’i) hesaplayabilir, siyaseten pusuya yatabilir.
Ama Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, devletin erklerinin birbirine karıştığı, birbirine düştüğü, birbirinin yerini almaya kalkıştığı bir siyasal kriz ortamında susamaz, seyirci kalamaz, Anayasa’nın emrettiği “gözetmenlik” görevini “gözlemek ve sadece gözlemek” olarak kavrayamaz.
Meclisi olağanüstü toplantıya çağırıp soruna çözüm aramak, Bakanlar Kurulu toplantılarına başkanlık etmek, devlet bileşenlerinin (erklerinin) en tepesindekileri “Çankaya”ya çağırıp uyarmak gibi yetkilerini kullanır. O koltuğa bu yetkilerini kullanmak üzere seçildiğini unutamaz
Tabii şu aralar yıllık iznini kullanmıyorsa...