07 Aralık 2012

Çözüm Üretmeyen Sol Çürür

Sözüm ne yeni kurulan ve henüz nereye evrileceği, kitleselleşme yolunda hangi adımları atacağı belli olmayan...

 

Sözüm ne yeni kurulan ve henüz nereye evrileceği, kitleselleşme yolunda hangi adımları atacağı belli olmayan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’ne, ne ülkenin kılcal damarlarına kadar örgütlenme ve katılımcı demokrasi  hedefini önüne koyan, geçtiğimiz haftalarda sessiz sedasız kurulmuş Halkın Demokratik Partisi’ne…

Kuşkusuz kendini sol olarak tanımlayan ama az ya da çok milliyetçi çizgilere savrulmuş parti ve hareketlere de değil.

Hatta CHP içinde tutunma kavgası veren, sosyal demokrasinin özüne dönme yönelimini dillendiren sosyal demokratlara da değil.

Hepsine…

Hepimize…

Dünya solunun, özellikle Marksist solun bugün yaşadığı derin bunalım Türkiye solunu da kapsıyor. Hatta çok çetrefil ve kangrenleşmiş sorunların yoğunluğundan dolayı daha sert etkiliyor.

Sovyetler Birliği’nin dağılıp kapitalizme, hem de epey vahşi bir kapitalizme dönüşü; doğu Avrupa’daki sosyalizm kuruculuğuna girişmiş ülkelerin aynı kaderi paylaşması; bunlardan farklı bir sosyalizm kuruculuğuna soyunmuş Çin’in bugün Komünist Partisi eliyle kapitalizm inşasına alabildiğine hız verişi; Yugoslavya’nın, Arnavutluk’un çöküşü; Kuzey Kore’nin sosyalizm yerine hem karikatürleşmiş ama bir o kadar da ürkütücü bir diktatörlüğe dönüşmüşlüğü; Ho Amca’nın Vietnam’ının IMF’ye teslim olmuşluğu…

Bu acılı tablo bütün dünyada solun (sosyalizmin) emekçiler, yoksullar, ezilenler, mağdurlar, cinsel, dinsel, etnik ayrımcılığa uğrayan, adalet arayan  kitleler için bir çekim merkezi, bir umut kaynağı olma özelliğini yok etti.

Geride kalmış, tarihe “başarısız kaldılar” kaydı düşülmüş günlerden miras sloganlar, parti modelleri, sosyalizm kuruculuğu model ve  formülleri ile yol alınamayacağı gerçekle yüzleşmekten korkmayanlar için artık ayan beyan…

Ezberlerin ancak papağanlara yakışacağını bilince çıkarıp cesur ve can acıtıcı da olsa ertelenmemesi gereken sorular sorma günlerindeyiz.

Örneğin kapitalizmin insana aykırı doğasına itiraz edenler “Peki kapitalizm nasıl aşılacak; insanlığın kadim düşü sömürüsüz topluma nasıl ulaşılacak” sorusuna eski ezberleri ve kapitalizmi aşamamış formülleri yineleyerek cevap veremezler.

O zaman da “sömürüsüz toplum” hedefi hoş ama boş bir söylem (=diskur) olarak kalır.

Örneğin,“Küresel sermayenin saldırısına son” güzel bir slogandır, haklı bir slogandır.

Ama bu soruya eski günlerden ödünç alınan “Tam bağımsızlık” cevabını vermek, bir bağlamda cevap vermemektir. Sermayenin, özellikle finans sermayesinin bütün ulusal sınırları kırıp, yıkıp, dört nala ve kısıtsız dolandığı bir dünyada “tam bağımsızlık” ancak gümrük duvarlarının ardına çekilmiş, dünyaya kapanmış bir ekonomi ve siyasetle mümkün. Çünkü tam bağımsızlık dendiğinde uluslararası sermaye ile bağlarını koparmış “milli” sermayedarlardan emekçilere, köylülere uzanan, antiemperyalist ideoloji ile donanmış bir ulusal birlik anlaşılır. Türkiye’de (ve bütün dünyada) artık böyle bir sermayedar sınıf tanıyan varsa söylesin de öğrenelim…

Örneğin hem kapitalizme köklü bir itiraz getirmeyip hem çevreyi koruyacak politika önerileri ortaya atmak “Ben söylerim, gerçekleşir gerçekleşmez bilemem” kolaycılığına sığınmaktan öte ne anlam taşıyabilir ki?

*    *    *

Örnekleri, dolayısıyla soruları bir gazete yazısının değil, on ciltlik bir kitabın bile sayfalarına sığmayacak ölçüde çoğaltmak zor değil.

Sorular belli?

Belli olmayan cevaplar!..

Günübirlik siyaset yapmak, örneğin AKP’ye onun zembereği boşalmış liderine laf yetiştirmek marifet olmasa gerek.

AKP’nin (ya da onun yerine gelecek bir başka benzer iktidarın) halka, çevreye, doğaya verdiği ağır zararları teşhir etmek ve sadece bunu yapmak da marifet olmasa gerek.

Böylesi politikalarla solu marjinallikten kurtarmak, toplumsal ve siyasal bir “vakıa”ya, varlığa dönüştürmek ise mümkün değil.

1960 ve 1970’li yılların fıkır fıkır, fokur fokur Türkiye’sinde sol  aynı zamanda soran, sorgulayan, araştıran bir soldu. Asya tipi üretim tarzı tartışmalarının kitaplara dönüştüğü, teorik dergilerin günübirlik “ajitasyonlar”a ağırlık veren yayınlardan daha çok ilgi gördüğü, Yugoslavya’nın özyönetim deneyiminden kooperatif örgütlenmesinin olanaklarına kadar uzanan sorgulamaların öğrenci yurtlarından grev çadırlarına kadar taşınmaya çalışıldığı bir Türkiye idi.

Belki çocukçaydı, belki acemiceydi, belki yeterli bilgi donanımı olmaksızın ayrıntılı ve iddialı programlar üretilen bir dönemdi. Ama sosyalizme gidecek yolun temel sorunlarının sorgulanması ve bilgi birikimi gerektiği bilinçlere büyük ölçüde kazınmıştı da…

Türkiye solunun anıt isimlerinden Behice Boran’ın 1969’da İzmit’teki konuşmasından birkaç cümle derdimi pek kestirme anlatıyor:

- Çözüm üretemeyen sol çürür. Biz üretemezsek biz de çürürüz. Günübirlik siyasete sırtını dönmek bizi bilgiç baykuşlara, sadece günübirlik siyasetse bizi geveze leyleklere dönüştürür…

Bu cümlelerin üstüne ne ekleyeyim ve neden ekleyeyim ki?

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim