Hay allah, gördünüz mü başıma gelenleri? Kaç gündür “CHP bölünür mü; bölünürse neden bölünür, nasıl bölünür” sorularına yanıt arayan bir Tırmık tasarlıyordum. Firaklı, şöyle nalına mıhına bir çözümleme (=analiz) olsun diye özeniyor; kafamda cümleleri, cümlecikleri evirip çeviriyordum ki...
...Ki CHP elini çabuk tuttu. Bölündü ve beni açığa düşürdü. Bu da bana ders olsun, “Bugünün yazısını yarına bırakma” diyen ustalar öğüdünü kulağıma küpe etsin...
* * *
CHP’deki derin çatlağın uç verdiği saatlerden itibaren ekranlar ince ağır ahkâm kesen meslektaşların istilasına uğradı. Kiminin söylediğine aklım yattı; kiminde esnedim, uyukladım.
Saat ve saat, hatta dakika ve dakika gelişen CHP içi çekişmeyi, köprüleri karşılıklı atan, artık aynı parti çatısı altında bir arada yaşamayı olanaksız kılan demeçleri, tavırları hep birlikte izledik.
Hemen herkesin üstünde birleştiği gibi CHP bu badireden bir kurultay olmaksızın çıkamaz. Genel seçime yedi ay kalmışken, bu kadar dar bir zaman aralığında kurultay ne zaman yapılır; o kurultaydan ne çıkar bilemeyiz. Hele bu kurultaydan zaferle çıkan için bu bir “Pirus Zaferi” mi (Pirus Zaferi: Büyük kayıplar pahasına kazanılan, yenilgiye mahkûm zaferler için kullanılan bir deyim) olur? Bugünden bunları kestirmek kolay değil.
Zaten önemli de değil.
Önemli olan CHP dipten gelen değişim basıncını kucaklayabilecek, onu ileriye taşıyabilecek bir partiye dönüşür mü, yoksa değişim basıncını önlemek için çabalayan ve çabaladıkça dibe yaklaşan bir parti olarak mı kalır?
Bir TV yorumcusu (Emre Kongar), “AKP çok şanslı bir parti” dedi ve ekledi, ”Önce Saadet Partisi ikiye bölündü, şimdi de CHP. Ben buna şans derim.
Karşısındaki kıdemli meslektaşımın (Mehmet Barlas) cevabını hemen not ettim: “Şans kumarda olur ve siyasette kumar olmaz. CHP ile AKP’nin farkı şu: AKP referandumdaki yüzde 42’yi anlamaya çabalıyor; CHP yüzde 58’i anlamak için kılını bile kıpırdatmıyor...”
Doğru. Ama eksik...
AKP yüzde 58’in tümünü çantada keklik seçmen olarak görüyor. Yanlış.
Yüzde 42’yi anlamaya çalışıyor. Doğru. Ama anlasa bile yüzde 42’nin kaygılarını gideremez, taleplerini karşılayamaz, onları seçmen olarak kazanamaz.
Çünkü değişim basıncını vakitlice kavrayan AKP’nin değişimi yönelttiği rota serbest piyasa ekonomisini en vahşi yöntemlerle uygulamak, ülkenin satılabilecek bütün kaynaklarını gözünü kırpmadan satmak, yüksek faiz politikası ile ülkeyi uluslararası finans gruplarının (siz “uluslararası tefeciler” diye anlayın) gözdesi bir “avlak” haline getirmekten ibaret. Yoksulların ise en çok sadaka ekonomisi (seçim yaklaşınca pirinç, bulgur, margarin, çay, şeker, beyaz eşya vb) ve ramazan çadırları ile yetinmeleri gerekiyor. Asgari ücret kural, sendikalaşma suç, sendika suç örgütü gibi...
Bu, CHP’nin olduğunu söyleyip bu güne kadar bir türlü olamadığı sosyal demokrat bir partiye dönüşmesi için sahiden olağanüstü elverişli bir iklim, fırsat ortamı demek.
Dün başlayan ve geri dönüşsüz olacağa kopuştan sonra parti eğer Önder Sav ve ekibine kalırsa ilk seçimde CHP barajın altında kalırsa şaşmamalıyız.
Peki ya Kılıçdaroğlu ekibinde kalırsa?
İşte bu yazının başlığı o yüzden “CHP”nin sınavı” olarak kondu.
Bu sahici bir sınav ve korkarım bütünlemeye kalma hakkı filan da yok.
Kılıçdaroğlu CHP’nin başına Baykal-Sav ekibinin tutucu, milliyetçi, yaratıcılıktan yoksun politik çizgilerine ideolojik tutarlık taşıyan bir program ve bu programı hayata geçirebilecek anlaşmış bir ekiple çıkmadı. O yüzden yeminli CHP karşıtları “Hamam da, tas da aynı, tellak değişti” gibi yakışıksız ama çok da haksız olmayan değerlendirmeler yaptılar.
Şimdi... Tam da şimdi, Kılıçdaroğlu ve –varsa- ekibinin önünde sahici bir fırsat var. Ya CHP’yi değişimi kucaklayacak, onu ileriye taşıyacak ve bunu vahşi kapitalizmin hunhar yöntemleriyle değil emeğin, emekçinin, yoksulun, mağdurun çıkarına yürütecekler ya da...
Ya da CHP acılı, ağır ve zahmetli bir ölüme yürüyecek...
Göreceğiz...