Önce sosyalist solun terimlerini aşina olmayan okurlar için kısa bir açıklama: Parti adlarının ardına eklenen "ML" kısaltması "Marksist- Leninist" demektir. Meselâ TKP'yi yeterince ya da hiç devrimci bulmayanlar kendi partilerini kurarlar adını da "TKP/ML" koyarlar. Sadece Türkiye'de değil, dünyanın pek çok ülkesinde kendini ML parantezi ya da eki ile tanımlayan sosyalist, komünist partiler vardır...
Bu kadar açıklama yetsin...
* * *
Zaten bu yazının derdi "ML"ler değil. CHP'yi sanki bir ML imiş de yeterince ML olamamış gibi eleştirenlerle...
Kimileri ciddi (görünüşlü) analizler döktürüyor; kimileri hızını alamıyor işi sövüp saymaya taşıyor.
Meselâ CHP'nin İBB adayı Ekrem İmamoğlu, Giresun'da kara ünlü, kan dökücü bir çete reisi olan Topal Osman için “Topal Osman’a bağlıyım” dedi ya, sosyalist solun kimi kesimlerinde ya da kalemlerinde yer yerinden oynadı.
Oysa CHP saflarında (da) Topal Osman'ı Kurtuluş Savaşı arifesinde Karadeniz kıyısındaki (Yunancada o bölgeye Pontus denir) Rumları topluca ve inanılamayacak ölçüde vahşi yöntemlerle "temizlediği" için kahraman olarak gören ve kutsayan epey "İmamoğlu" var.
Gerek 31 Mart öncesinde, gerekse şimdiki seçim kampanyası sırasında Ekrem İmamoğlu'nun dini söylemlere sıkça başvurmasını, seçmenlerin tümünü kucaklamaya yönelik "popülizm"e epey yakın duran vurgularını bir eleştiri nedeni olarak görenler ya ona oy vermeme gerekçesi önümüze koyuyorlar ya da "Ne yapalım, bağrımıza taş basıp ona oy vereceğiz ama sadece ve sadece AKP'de temsilcisini bulan siyasal islamı geriletmek için. Yoksa bu İmamoğlu ve bu CHP ile..." diye başlayan cümleler kurarak ellerini yıkamaya çalışıyorlar.
* * *
Hiç CHP'li olmadım ama meslek gereği CHP'nin elli yılı aşkın serüvenini ve siyasal yolculuğunu epey yakından izledim. 1969'dan bu yana izlemediğim bir CHP kurultayı galiba olmadı.
CHP kendini Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu partisi olarak görür.
Doğrudur da.
Türkiye Cumhuriyeti bir "Türk devleti" olarak kuruldu. Kurucu parti olan CHP'nin gözünde bu devlet bir "Türk devleti"dir. Tek parti döneminden 1960 sonlarına kadar CHP'nin bu çizgisi Türkiye Cumluriyeti ile uyumluydu; hatta tam uyumluydu.
1960'lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi ile başlayan solun yükselişi CHP'yi de etkiledi. Örümcek bağlamış parti tepelerinde kaçınılmaz bir temizlik gerekiyordu. Ama bu temizlik o dönem CHP'sine damga vuran saygın politikacı Kamil Kırıkoğlu'nun isabetli tanımlaması ile "Hamam ve tası eskisi gibi kalsın, sadece tellaklar değişsin" olarak kavranamazdı ve kavranmamalıydı.
Ortanın solu kavramı doğdu. Kısa süre sonra bu yerli ve milli kavram "sosyal demokrasi"ye dönüştü.
CHP içinde 1960'ların ikinci yarısından itibaren sahiden sosyal demokrasiyi benimseyenler de vardı, açıkça reddetmeyen ama devlet tapıncından ve Türk milliyetçiliğinden vazgeçmeyenler de.
Sadece parti yönetiminde değil, parti kadrolarında ve partinin sadık seçmenlerinde de bu böyleydi. Bu CHP'yi her zaman kaynayan bir kazan, bibirine bazan yakın, bazan çok uzak konumlanmış bir "kanatlar, hizipler partisi" haline getirdi.
Örneğin "Ortanın solu"nu başlatanlardan Bülent Ecevit daha sonra "Sosyal demokrat partiler işçi sınıfından doğdu ve ona dayandı. Bizde işçi sınıfı Batı demokrasilerindeki işçi sınıfı değil" diye özetlenebilecek epey tuhaf bir itiraz dillendirdi ve CHP'den kopup Türk milliyetçiliğinden güçlü tınılar taşıyan Demokratik Sol Parti'yi kurdu.
Sonraki yıllarda da sosyal demokrasiyi üstü örtük de olsa reddedip "Anadolu solu" gibi saçma sınırında bir tanım geliştiren Deniz Baykal CHP'deydi hatta yıllar boyu en tepesindeydi. Ama o CHP aynı anda Avrupa sosyal demokrasisinin çatı örgütü olan ve tanımı gereği milliyetçiliğin zıddı bir siyasal çizgiyi temsil eden Sosyalist Enternasyonal üyesiydi.
Bu, bugün de böyle. CHP içinde aslında aynı parti çatısı altında bulunamayacak ideolojik çizgileri savunan kanatlar, hizipler ve kişiler var.
* * *
Amacım bir gazete yazısında bir CHP analizi yapmak elbette değil. CHP'nin elli yılı aşkın süredir sosyal demokrat olmaya çabalayışı ve bir türlü bir sosyal demokrat parti olamayışı üstüne paragraflar yazmak da değil.
Yazının başındaki kısa açıklama notu yeterli. CHP'den bir ML çizgisi, bırakın ML çizgisini sosyalist bir çizgi beklemek anlamsız. Onu bu yüzden eleştirmek de anlamsız. Onu, eski ve yeni günahlarını sıralayarak mahkum etmek, hele hele ölçüyü kaçırıp faşizan bir devlet partisinden ibaret görmek demokrasiyi savunmak değil, savunmamaktır.
2019 Türkiye'sinde siyasal düzlemde iki güç karşı karşıya.
Bir yanda otoriterliğe, biat kültürüne yaslanan, cumhurbaşkanına değil "emir" ya da "imam"a özlem duyan, böyle bir Türkiye yaratmak isteyen, demokrasiden olabildiğince "arındırılmış" bir ülke hedefini önüne koymuş siyasal İslam var.
Karşısında iyi kötü, az çok, şaşı kör topal da olsa demokrasiden, hukuktan yana konumlanan, çağdaş devlet tanımının olmazsa olmazı "kuvvetler ayrılığı"ndan ve parlamentonun üstünlüğünden vaz geçmeyenlerin oluşturabileceği ("oluşturduğu" değil "oluşturabileceği") bir cephe var. Burada sanırım CHP'nin de yeri var. Bu Ekrem İmamoğlu'nda ifadesini bulan çizgiyi benimsemiş bir CHP olursa daha da iyi.
23 Haziran'daki İstanbul seçimi ile başlayabilecek bir sürece bu gözle bakmak "şimdilik" hem de epey uzunca bir süre "şimdilik azla yetinmekten çekinmeyen" bir siyasal tercih olur.
Şu anda, Türkiye'de ulaşılabilir, erişilebilir seçenekler içinde "şimdilik azla yetinmeyi" reddeceğimiz bir seçeneği olan varsa söylesin de bilelim...