Çok değil bir kaç hafta öncesine kadar Gülen Cemaati'nin resmi, yarı-resmi organı sayılan gazete ve TV’lerde “PKK’nın belinin kırılması ve bunun “askeri yöntemlerle” yapılması üstüne ardarda yazılar döktürülüyordu. Tayyip Erdoğan’ın “müzakere masası”nı bir tekmede devirip “
açılım”ı “
Kaçılın laaaan”a çevirdiği günlerde bu çizginin duraksamasız destekçileri yine o kesimdi.
Önce Gülen’e en yakın bilinen kalemlerin satıraralarında ipuçları belirdi. Ardından sazı Gülen bizzat eline aldı ve cemaatın en resmi organı olan
www.herkül.org sitesinde konuştu (ya da yazdı).
Aktarıyorum:
"Otuz sene değil, on sene evvel bile ülkeyi idare edenlerin aklı bu işe erseydi ve bunlar bugüne kadar gerektiği ölçüde yapılabilseydi, bugün o problemler kökünden kurutulamasa da en aza indirilmiş olacaktı"
İyi mi?
Haydi otuz yıl öncesini anladık; 12 Eylül Cuntası, onun ardından Turgut Özal dönemi, ardından güçsüz ve her türlü pisliğe, yolsuzluğa kapılar açan koalisyonlar dönemi...
Peki on yıldır bu ülkenin iktidarında kim var? Devletin dizginlerini elinde tutan ana siyasal güç olan Hükümet on yıldır kimin elinde?
Yukarıda aktardığım paragrafta apaçık vurgulanan “Akılları ermedi” eleştirisi bal gibi AKP’nin tepesine
de yöneliyor.
Peki Gülen Cemaati AKP yönetiminde, dolayısıyla Hükümette “koalisyon ortağı” değil mi? (“Değil” diyenler çıkacak biliyorum. Ama bunu nasıl açıklayacak ve kanıtlayacaklar sahiden bilmiyorum ve çok eğlenceli olacağı için merakla da bekliyorum).
Buyrun Gülen’in son yazısından bir paragraf daha:
"Neden okullarda Kürtçenin de öğretilmesine fırsat verilmedi? Yurtdışındaki okullarımızda, hattâ Amerika’da bile Türkçe seçmeli ders olarak okutuluyor ve kimse buna mâni olmuyor. Büyük devlet olmanın hususiyeti budur"
Bu satırları okuyunca “Cemaat acaba KCK’ye mi katıldı” diye şakalaşmak mümkün ama yazık ki şakalaşılacak günler yaşamıyoruz.
Devam edelim.
Yine Herkül.org sitesinden, yine Gülen’den, yine aynı yazıdan:
"...27 Mayıs ihtilalinde kendi milletinin başına binmiş ve 25-30 milyon insanı teslim almıştır. Her on senede bir, binlerce insanı ezmiş, zindanlara atmış, sürgünlere yollamıştır..."
Hımmm !..
Gülen darbelere ve darbecilere açık seçik karşı çıkıyor, onları mahkum ediyor.
Peki. Ama şimdi biraz sabırlı olun ve bir başka yazıdan bir alıntıya da göz atın. Yazı 12 Eylül Darbesi öncesinde Türkiye’nin ahlaken, siyaseten korkunç bir çöküşe sürüklendiğini, sokaklarda kan dereleri aktığını uzun uzun anlattıktan sonra şöyle devam ediyor:
“......oynanan oyunun gerçek yüz ve vahşetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu. Bu sezme, ümit dünyamızla yeniden kendimize gelmemizi ve kendi kendimizi idrak etmemizi temin etti. Aslında, buna bir (sezmek) demekte uygun değildir. Bu düşman kıskıvrak yakalama..
Ve bir zaferdir. İçtimaî bünyenin harici bir kısım eracifden temizlenme, arındırılma düşüncesiyle onu aslına irca zaferidir. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirde, Türk’ün zaferler hanesinde en mualla yeri işgal edecektir. Böyle bir ilk tefahhüs ve sezişe, bir evvelki sene selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri Mehmetçik’e teşekkürler sunulmuştu...”
Sözü edilen “zafer” 12 Eylül darbesidir. Teşekkürler sunulan da 12 Eylül darbesini yapan faşist generaller...
Son iki alıntı aynı kalemden çıkmış olabilir mi?
Oldu ama. Her iki yazı da Fetullah Gülen’in kaleminden çıktı. İlki
www.herkül.org sitesinde bir kaç gün önce yayınlandı; sonuncusu 1980’de, 12 Eylül darbesinden hemen sonra, Sızıntı dergisindeki “Son Karakol” yazısından...
Peki otuz yıl önce darbeci orduya övgüler düzen Gülen’in, otuz yıl sonra aynı orduyu “Her on senede bir, binlerce insanı ezmiş, zindanlara atmış, sürgünlere yollamıştır” diye tanımlamasını nasıl açıklayacağız?
Gülen hareketinin Kürt sorunundaki
yeni yönelimi bir başka yazının konusu olacak. Çünkü bir kaç paragrafla çözümlemek mümkün değil.
Ama Gülen de ve doğal olarak cemaatında “Kürt sorunu” konusunda, “TSK’ya bakış”ta, AKP politikalarıyla uyumda bir “
U dönüşü”nün bütün belirtileri açıkça gözleniyor
.
Bugünlük bunun altını çizmekle yetinelim...