13 Ocak 2010

'Cemaat' Üstüne Birkaç Anı Dilimi

Sizi bilmem ama içim o kadar karardı ki benim öyle bir yazı yazmaya ihtiyacım var...

Ağır konulara dalmayan, belki okur biraz gülümser kaygısıyla yazılan, yorum morum içermeyen, hafif bir yazıya, bir anı-Tırmık’a ne dersiniz?
Sizi bilmem ama içim o kadar karardı ki benim öyle bir yazı yazmaya ihtiyacım var...
Buyrun.

*    *    *

Cumhuriyet’teydim. Gülen Cemaati'nin kontrol ettiği bilinen Yazarlar ve Gazeteciler Vakfı yurtdışındaki “cemaat okulları”nı yerinde görmem için sürekli davet ediyordu. Ben reddettim, onlar bıkmadı; başka bir ülkedeki bir başka “okul” için davetlere devam ettiler. Ta ki...
Ta ki bir haziran sonunda yapılacak Moskova ve Leningrad gezi davetine kadar...
Duvar yıkıldıktan, Sovyetler Birliği dağıldıktan, Doğu Avrupa’da sosyalizm kuruculuğuna yıllar harcamış ülkeler birer ikişer kapitalizme dönmeye başladıktan sonra, daha önceleri çok ve sık gittiğim Moskova ve  Leningrad’a yolum hiç düşmemişti.
Yani davet baştan çıkarıcıydı...
Cumhuriyet’in “en tepesi”ne çıktım. Hem meslek büyüğüm, meslek ustalarımdan biridir; hem de Cumhuriyet’in en ve tek yetkilisi. Daveti anlattım. Keyifle güldü. “Git oğlum” dedi, “Enayi misin, böyle bir davet reddedilir mi? Hem dönüşünde bana haber getir, Kremlin’in dört köşesinde yükselen yakuttan kızıl yıldızlar hâlâ yanıyor mu, yanmıyor mu?..”
Bir haziran sabahı, Atatürk Havalimanı'ndan beş altı gazeteci  yola çıktık. Yani itikatları ya yok, ya pek zayıf gazeteci  tayfası ve “cemaat...”
Uzun ve keyifli bir geziydi. Moskova, ardından 1917 Devrimi'nin kalbi, güzel ve görkemli Leningrad. Baltık körfezi kıyısında 21 Haziran akşamı “beyaz geceler” şerefine içilen bir kadeh köpüklü şarap, falan filan...
Ama okuduğunuz Tırmık gezi anıları için yazılmıyor.
Vakıf yöneticilerinin daha Yeşilköy Havalimanı'ndayken  içki konusunda ne kadar hoşgörülü olduklarına ilişkin verdikleri sözleri “tutmamak” için nasıl bin dereden su getirdiklerini, bizi aptal yerine koyan küçük oyunlar düzenlediklerini; hiçbirimiz alkolik ya da akşamcı olmadığımız halde inatlaşıp ille de içki isteyişimiz ve bir türlü içemeyişimiz...
Hayır bunları da aktarmak niyetinde değilim.

*    *    *

Ama fıkra değeri taşıyan iki gözlemi paylaşmak isterim.
Moskova’da küçük otobüsümüzde bize “turist rehberliği” yapan, ODTÜ mezunu olduğu, üstün matematik zekâsı yüzünden üniversitede sınıf atladığı söylenen ve bir ansiklopedik bilgi küpü olan “cemaat” mensubu genç delikanlı yolboyu Mehmet Akif’ten, Fuzuli’den dizeler okuyarak bize Moskova’yı gezdiriyordu.
Galiba Moskova’yı ondan iyi biliyordum. Irmak boyuna yakın bir yerde gözlerim alıştığım bir yapıyı göremedi. Yerine boyutları katedral büyüklüğüne ulaşmış, laf aramızda pek de zevksiz bir Ortodoks kilisesi yükseliyordu. Sordum. Delikanlı boş bulundu. “İyi oldu” dedi, “Komünizm zamanında burada kadınlar ve  erkekler mayolarla ve hep  birlikte havuza giriyorlardı. Şimdi burada Hristiyan da olsa Allah'ın Evi inşa edildi”.
Ardından da ne münasebetle aklına geldiyse Tevfik Fikret’in İstanbul için söylediği “Ey bin kocadan arta kalan bakire” dizelerini ekledi. Sırf bu ayaklı ansiklopediyi test etmek için Tevfik Fikret’ten bir  dize de ben okudum:“Vatanım ruy-i zemin, milletim nev-i beşerdir benim.”
Bu ağdalı Osmanlıca'yı kaptıramadı, boş baktı. Eh dalga geçmek için ayağıma kadar gelen fırsatı kaçırmadım. Dizeleri ona tercüme(!) ettim, “Kadın erkek birlikte, üstelik çıplak bir araya gelenleri lanetliyor” dedim. Bilgiç bilgiç kafa salladı. “Evet, üstad pek muhterem bir zattır”dedi. Cüneyt Ülsever’le, Ömer Laçiner kahkahalarını gizlemek için az daha boğuluyorlardı.
(Gençler için o iki dizenin “doğru" çevirisi şöyle: “Vatanım bütün yeryüzüdür, ulusum tüm insanlık...”)

*    *    *

Leningrad’a geçtik (Şimdilerde St. Petersburg mu ne diyorlar). Tam 21 Haziran’dayız. Akşama Baltık Körfezi kıyısında “beyaz gece” kutlanacak, dize kadar suya girilecek ve  şampanya yerine köpüklü şarap da olsa güneş batarken bir yudum içilecek; eski bir Rus geleneği yaşanacak...
Ama henüz gündüz. Programa göre Leningrad’ın ünlü Ermitage müzesi gezilecek. Övünmek gibi olmasın ama ben çok gezdim. Zaten o dev müzeyi öyle yarım saat, kırkbeş dakikada gezmektense hiç gezmemek daha akıllıcadır.
Dışarıda kaldım. Yanımda  benim gibi dışarıda kalmayı yeğlemiş, “Cemaat”tan birkaç kişi daha. Sıcak, güneşli bir Leningrad akşamüstüsü.
Sırtımız müzeye, yüzümüz önümüzde uzanan Neva Irmağı'na dönük... Leningradlılar akın akın ırmak boyuna akıyor, güneşin tadını çıkarıyorlar. Güneş de epey inmiş, Neva’yı hafiften kızıla boyayarak batmaya hazırlanıyor. Bizi geçip ırmağa yürüyen gruplar halindeki Rus kızları önden vuran güneşle, eteklerinin, bluzlarının içinde adeta şeffaflaştılar; içlerini görüyoruz.
Haspalar pek de güzel üstelik... Cemaattan bir tanıdık içi görünen güzel kızlara bakıp bakıp içini çekti; yanındakinin ben olduğunu unutmuş olacak ki, bana dönüp konuştu:
- Yav şu Rus kızlarının vücutları da...
O anda beni farketti. Ama cümleyi tamamlamasa da olmayacak.
Tamamladı:
- Ne sağlam iskeletleri var...
Önümüz sıra yürüyen kızların karşıdan gelen gün ışığında beliren vücutları insana her şeyi hatırlatabilirdi de “iskelet”i hatırlatması mümkün değildi.
O geceyarısı otelde not defterime kayıt düştüm:
“Bu Müslümanlar kadın vücuduna ilişkin takıntı ve saplantılarından kurtulamadıkça iflah olmayacaklar...”
Galiba haklıyım...


Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"