14 Ekim 2009

Cem Uzan Üstünden Adalet Aygıtı Üstüne...

Cem Uzan nam zat hakkındaki yurtdışına çıkış yasağına rağmen kirişi kırdı...

Haber gözünüzden kaçmamıştır. Cem Uzan nam zat hakkındaki  yurtdışına çıkış yasağına rağmen kirişi kırdı, Fransa’ya ulaştı ve siyasal (Dikkat: Siyasal) sığınma hakkı için başvurdu.
Nitekim Fransa Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Bernard Valero haberi doğruladı.
Bilenleriniz var; ben hayatımın en verimli döneminde, 12 yıl boyunca siyasal sığınmacı olarak Almanya’da yaşadım.
Sadece kendim siyasal sığınmacı (= siyasi mülteci) olmakla kalmadım, şansı yaver gidip kapağı yurtdışına atabilen çok sayıda solcu tanıdığın ve tanımadığın sığınma hakkı alması için tanıklık yaptım, çevirmenlik yaptım, yardımcı oldum.
Yani konuyu iyi kötü değil, neredeyse uzman denilecek düzeyde bilirim...
Tutup mülteci yaşamının kavurucu, tüketici, bitirici eğretiliğini; valiz kapının önündeymiş duygusu ile yıllar ve yıllar geçirmeyi; yarın döneceğim umudunu yanlış olduğunu bile bile yıllar boyu içinden silip atamamanın yıpratıcı sonuçlarını anlatacak değilim.
Ama Cem Uzan’ın başvurusu üstüne bir kaç cümle edebilirim.
Sığınma ve siyasal sığınmanın ululsararası kurallarını Birleşmiş Milletler'in 1951’de kabul edilen “Cenevre Konvansiyonu” düzenliyor. Bir zamanlar neredeyse ezbere bildiğim bu kurallar dizgesinde Cem Uzan’a bırakınız siyasal sığınma, sığınma hakkı bile tanınmasına olanak sağlayan tek satır yok.
Buna rağmen Uzan’a bu hak tanınabilir ?
Sebep ?
Çok basit: Milyon ve milyon dolarlar...
Hayır rüşvetten filan söz etmiyorum. Ama milyon ve milyon doyarlarla ölçülen servetleri bir Avrupa ülkesinin bankalarına aktarırsanız, yüksek demokrasi standartları ile öğünen Batı Avrupa’nın kibirli ülkeleri “Cenevre Konvansiyonu”nu epey farklı yorumlamaya başlarlar...
İnanmayanlar için üç dört esaslı örneğim var ama bunu bu köşeden ilan etmenin de alemi yok...
*    *    *
Zaten derdim de Cem Uzan’a siyasal sığınma hakkı tanınması ya da tanınmaması değil.
Ama  baba Kemal  Uzan, kardeş Hakan Uzan ve şimdi de Cem Uzan’ın nasıl kaçtıklarını, nasıl kaçabildiklerini sorgulamak ve daha da önemlisi Türkiye’nin tanık olduğu en büyük banka soygununun asli suçlularının cezası bugüne kadar nasıl ve neden kesilmedi sorusunu sormak gerek.
Yani  yazının başlığındaki gibi: Uzanlar üstünden Türkiye’nin adalet aygıtını bir kez daha (kimbilir bundan sonra da kaç kez daha) sorgulamak gerek.
İki ay kadar önce Alanya’da kendilerine sivil polis süsü vererek  iki üç gencin kimliklerini ve 135 liralarını (Dikkat: 135 liralarını) alan iki kişi olayın akşamına tutuklandılar ve dün  12 yıl 6 ay hapsi mahkum edildiler. Zaten kodesteydiler ve daha 12 yıl 6 ay kodeste kalacaklar...
Peki 135 lira gaspedenler iki ayda yargılanıp hükümleri kesiliyor da  milyar dolarla ölçülen (tam rakam hâlâ bilinmiyor) banka soygununu yapanlar  2003 yılından beri nasıl oluyor da mahkeme kararını bekliyorlar?
Burada ne rüşvetten söz ediyorum ne de “N’apalım zavallı yargıçlar yüzlerce dosya yükü altında ne yapsınlar ki” mazeretinin yalama olmuşluğuna itibar ediyorum.
Sorgulanması gereken ülkemizde adalet aygıtının işleyişidir. Burada temel bir kusur, bağışlanmaz bir sakatlık var.
“Geciken adalet adalet değildir” özlüsözü sadece masumlar için değil, cezasını çekmeyen suçlular için de söylenmiştir. Kamu vicdanı da geciken adaletten yaralanır...
O yüzden Uzanlar gerçeğinin aynasında ülkemizin  işlemeyen adalet aygıtı sorgulanmalıdır.
O yüzden Ergenekon Davası gibi demokrasinin geleceği  için yaşamsal önemde bir davada özensiz, yer yer saçmalık sınırında iddiaları da iddianamelerinin içine sokuşturan, sapla samanı, kuru ile yaşı, eli kanlı çetelerle  ideolojisi (=dünya görüşü) gereği “farklı” düşünenleri aynı çuvalın içine sokup silkeleyen hukuksal sallapatiliği sorgulamamız gerek.
Suç işleyen –mesela cirnayet işleyen- kamu görevlisini koruyup kollamak için hukuksal cambazlıklara başvurulan yargılama süreçlerini sorgulamak gerek...
Demokrasiyi tam 367 yerinden bıçaklayan yüksek yargı organını sorgulamak gerek.
Hrant Dink cinayetini, üç beş ruhsal dengesi bozuk, kafaları tıka basa ırkçı önyargılarla doldurulmuş genç tetikçilerle sınırlayan anlayışı sorgulamak gerek...
Tamam bu ülkede çok şey (“her şey” dememek için “çok şey” dedim) bozuk.
Olsun. Çabalarız, uğraşırız, didiniriz, düzeltiriz.
Ama adalet aygıtının bozulması, işlememesi yarına ertelenebilecek bir sorun değil.
Hükümetinden muhalefetine, yargıcından savcısına, yasasından anayasasına kadar hepsinin bu utanç çorbasında tuzu var.

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"