09 Ocak 2012

Caydırıcı bir güç oluşturaMAmak

Son iki Tırmık’ta “caydırıcı bir güç oluşturma” ekseni üstünde durmaya çalıştım...


Son iki Tırmık’ta “caydırıcı bir güç oluşturma” ekseni üstünde durmaya çalıştım. 
Caydırılacak, yapmaya kalkıştıklarına “Dur” denecek ve sahiden durdurulabilecek olan(lar) belli: Siyasal, ekonomik (hatta) kültürel iktidarı elinde tutan, egemen oldukları alanlarda gönüllerince ve bildikleri gibi at oynatmak isteyenler;  muhalefetteymiş gibi görünen ama sistemin uyumlu bir halkası olmayı seçenler; dizginlerini ellerinde tuttukları kurumları, kuruluşları  demokrasinin, adaletin, hukukun hizmetinde kullanmak bir yana adaletsizliğin, demokrasi karşıtlığının, hukuksuzluğun aygıtları olarak işletenler...
Bu saydıklarıma iki somut örnek:

AKP iktidarı
. Kürt sorununda, Ermeni sorununda, Kıbrıs sorununda, AB yolunda iktidarının ilk dönemlerinde attığı –yetersiz ve çoğu kağıt üstünde kalmış- adımlardan sonra hız kesmedi, apaçık frene bastı; durdu. Devleti dönüştürmek, ceberrut, yurttaşı hasım gören devlet aygıtını  bir hukuk devletine yükseltmek yerine, dizginleri iyiden iyiye AKP’nin ve artık Ertuğrul Özkök’ün alkışlarını hakeden bir otokrat’a dönüştüğünü gözlediğimiz Başbakan’ın eline geçmiş bir devletle karşı karşıyayız. Karşısında caydırıcı bir güç oluşturulmazsa, oluşturulamazsa bu ülke ve bu ülkenin yurttaşları acılar çekecek, haksızlıkla, hukuksuzlukla boğuşmak, demokrasinin topal kalmasına katlanmak zorunda kalacak.

Yargı.
Ciddi bir araştırmanın sonucu gösterdi, bu ülkede “Devletle hukuk arasında bir tercin yapacaksam, elbette devletten yana olurum” cevabını veren yargıç ve savcılar, adalet dağıtan aygıtın etkili ve yetkili iskemlelerinde oturuyorlar. 
Tamam, yargıç cüppelerinin altında apolet yıldızları görünen, sicil amirleri üst rütbeli komutanları olan askeri yargıçların hukuk cinayetleri sınırında kararlarına tanık olduğumuz DGM’ler (Devlet Güvenlik Mahkemeleri) kaldırıldı. Ancak yerlerine kurulan Özel Yetkili Mahkemeler de hukukun temel ilkelerinden “tabii hakim”  kuralına aykırı kuruluşlar ve bu “tabii” karşılanıyor. Bu mahkemeler artık akarbant misali işleyen tutuklama aygıtlarına dönüştüler. Olan da hukuka, adalete oluyor.
Bu sakat işleyişi yeniden evrensel hukuk ilkelerine uygun bir işleyişe kavuşturacak caydırıcı bir güç oluşturulamazsa anlamsız tutuklamalar (Hayır, emekli general İlker Başbuğ’u kastetmedim. Ama mesela Büşra Ersanlı’yı, mesela Ragıp Zarakol’u, mesela Nedim Şener’i, mesela Ahmet Şık’ı kastettim) sürüp gidecek; hazırlanması ayları hatta yılları bulan ve fakat içi boş hatta saçmalık sınırında iddianameler ha bre önümüze çıkacak. (Hayır, Balyoz iddianamesini ya da Ergenekon iddianamesini kastetmedim. Ama mesela Oda TV iddianamesini kastetttim).
Demokrasiden yana olanların, Türkiye’nin şaşı-kör-topal demokrasisinin standartlarını yükseltmek için çaba göstermeye kararlı olanların kendi eylem alanlarında, kendi meslek çevrelerinde, içinde yer aldıkları örgütsel yapılarda caydırıcı bir güç oluşturmak üzere kolları sıvamaları bir demokrasi ödevi olsa gerek. Bu bir yurttaş sorumluluğu. Bu sorumluluk demokratlar, liberaller kadar Marksistler, sosyalistler, komünistler hatta kendini bu kavramlardan herhangi biriyle tanımlamasa bile kapitalizmin insana aykırı ve insanlığa zararlı egemenliğini kırıp adaletin, eşitliğin egemen olduğu, sömürünün her türlüsünün kökünün kazındığı bir dünya için çabalayanlar için de geçerli. 
Tabii “Boş ver. Burjuva demokrasisi için çabalamaya değmez. Devrimden sonra nasıl olsa hepsi hâllolacak” zevzekliğine kendini kaptırıp kulağının üstüne yatanlardan değillerse...
*    *    *
Ama bu her zaman mümkün olmuyor. Caydırıcı bir güç oluşturma hedefinin ıskalandığı oluyor ve ne yazık ki epey sık oluyor.
Bir örnek:
Yargı, Cumhuriyetin kuruluşundan beri resmi ideolojinin ve sahipleri önceden belirlenmiş devlet aygıtının koruyucu kalkanı olarak işlev gördü. Her darbeden sonra yasal ve Anayasal düzeltmelerle bu kalkan daha da pekiştirildi. Örneğin 27 Mayıs’tan sonra Savcılar Yüksek Kurulu ve Hakimler Yüksek Kurulu oluşturuldu. Böylece kritik noktalara atanacak savcı ve yargıçların seçilmesi, öngörülen ölçütlere uymayanların ayıklanması daha elverişli bir işlerliğe kavuşturuldu. 
12 Eylül faşizminde iş daha da inceltildi ve iki organ birleştirildi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) oluştu. Yargıtay üyelerini HSYK seçiyor, HSYK’nın oluşmasında da yüksek yargı organları belirleyici rol oynuyordu. Bir tür resmi ideolojiye sımsıkı bağlı bir kast sistemi, “Ben sana, sen de bana – Ben seni, sen de beni”  diye tanımlanabilecek bir sistem oluşmuştu.
12 Eylül 2010 referandumu ile gerçekleşen Anayasa değişikliklerinde HSYK’nın bu yapısı kırıldı. Daracık bir kesimin oylarıyla seçilme (Adeta atanma) yerine HSYK’nın ülkedeki yargıç ve savcıların tümünün oylarıyla seçilmesinin, Yargıtay üye sayısının artırılması ile farklı görüşteki yargıçların da kararlara katılabilmesinin önü açıldı.
Ve yargı erkinde yer alan yargıçlar ve savcılar bu demokratik olanağı ıskaladılar. Adalet Bakanlığının (yani AKP iktidarının) işaret ettiklerinin seçildiği bir HSYK oluştu. Oysa oy kullanan yargıçlar ve savcılar iktidarın istediği yönde değil, adaletin, evrensel hukuk ilkelerinin ete kemiğe bürünebileceği yönde oy kullansalardı gitgide hukuksuzluğu bir siyaset tarzı olarak benimsemişe benzeyen AKP’nin karşısında caydırıcı bir güç oluşturabilirlerdi.
*    *    *
Tırmık pehlivan tefrikasına dönmesin. Bu caydırıcı güç oluşturma konusuna yeniden döneceğim,. Özellikle siyasal alandaki ıskalamaları ele alıp neler yapılabileceğini tartışmaya çalışacağıım. Ama biraz ara vereyim... 


  

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"