1982 ilkbaharında Arjantin ile İngiltere arasında Falkland Adaları üstüne bir savaş patladı. O günlerde dünya medyası bu savaşın haberleri ile doldu taştı. Savaşan taraflardan İngiltere'nin "kamu televizyonu" BBC de savaşı, yerinde izleyen habercileri, konuyu ayrıntısıyla bilen yorumcularıyla seyircilerine aktarıyordu.
BBC habercilerden biri savaşın o günkü gelişmeleriyle ilgili haberi aktarırken şöyle bir cümle kurdu:
- Bu gün bizim kara birliklerimizle düşman askerleri arasında savaşın en kanlı çarpışmalarına tanık olundu.
BBC yönetimi haberde ağır bir meslek kusuru gördü. O haberciyi geri çekti. Ardından bir de özür diledi.
BBC'ye göre kimin "biz" kimin "düşman" olduğuna haberciler ve haber kanalları karar veremez. Orada çarpışan taraflar vardır ve haberci bunu "Arjantin birlikleri ve Birleşik Krallık birlikleri" diye tanımlamak, adlandırmak ve aktarmak yükümündedir…
Falkland savaşı boyunca, o günden sonra BBC'de bu vahim meslek hatası tekrarlanmadı.
* * *
90'lı yıllarda bir Alman futbol takımı Eintracht Frankfurt UEFA kupası kapsamında Türkiye'ye geldi. Kiminle oynadı, maçı kim kazandı hatırlamıyorum. Önemli de değil. Ama Alanya'dan gelen bir faksı hiç unutmuyorum.
Çok az Türkçe hatası taşıyan faksta özetle şunu yazıyordu:
- Engin bey, Alanya'da yaşayan, Alanya'yı ve Türkiye'yi çok seven, çok Türk arkadaşı olan emekli bir Almanım. Çocukluğumdan beri tutkulu bir Eintracht Frankfut taraftarıyım. Ama sizin televizyon spikeri maçı anlatırken hep, "Golü kaçırdık… Fena, çok fena, gol yedik… Eveeet penaltı, kesin penaltı kazandık… Ahh ama hakem penaltımızı vermedi…" dedi durdu. Peki burda spikerin biz dediği kimdi? Eintracht mı, Türk takımı mı? Böyle spor gazetecisi olur mu?
Utandım. Meslek adına fena utandım. Adama iki satır da olsa cevap vermedim. Pişkinliğe vurdum.
* * *
Haydi bir de kısa bir kişisel anı.
Haber kanallarının tartışma programlarının ilgi ve seyirci çektiği günlerde bilenleriniz vardı, ben de ara sıra o programlara çıkardım.
Kural olarak birkaç gün önceden telefon edilir, tartışmanın konusu bildirilirdi. "Başka kimler katılacak" sorusu ise bu işle görevli "konuk editörü" tarafından hemen her zaman "Çağırmaya ilk sizden başladım" denerek cevaplanır ve böylece öteki katılımcıları öğrenmek sevimli bir yalanla önlenirdi. Ama yayın günü ister istemez önceden duyurulurdu. Birlikte aynı ekrana çıkmak istemediklerim olunca ben de inandırıcı bir yalan kıvırıp "Ne yazık ki katılamıyorum. Lütfen kusura bakmayın" diyerek sıyrılırdım.
2018 sonbaharında (yani Cumhuriyet'teki son günlerimde), ünlü bir haber kanalının pek sevdiğim konuk editörünün adı telefonumun ekranında belirdi. Genç kadın söze girmeden şakalaştım:
- Kusura bakma, Şu anda New York'tayım, akşama programa yetişmem mümkün değil…
Genç kadın şakayı dinlemedi bile:
- Ama Aydın abi biz zaten artık sizi ve sizin gibi bir çok gazeteciyi çağıramıyoruz.
- E niye aradın öyleyse beni?..
- Şey, kızkardeşim iletişim fakültesinde öğrenci. Acaba Cumhuriyet'te staj yapmasını sağlayabilir misiniz diyecektim… Siz evet derseniz olur çünkü, biliyorum.
* * *
İtiraf edin, yazının başlığını görünce son günlerin "HDP'siz HDP tartışılan TV programları" tartışmasına değineceğimi düşündünüz değil mi?
Yapmayın Allah aşkına. Kamu yayıncılığı ile özel televizyonu iki ayrı mecra (yayın ortamı) sanan kimi kıdemli, kimi tıfıl gazetecilerin, "Evrensel yayıncılık ilkeleri" diye yutturmak istedikleri meslek ayıplarından söz etmeye değer mi?
Bence değmez. 2020 Türkiyesi'nde ana akım medyayı gazetecilik ilke ve ahlâkı üstünden tartışmak eskilerin deyişi ile "abesle iştigal"dir; yani saçma bir uğraştır…
Bizim meslekte "satın alınmış gazeteci"ler vardı. Bilinirdi. Onlar utanmazdı ama bilindiğini de bilirler, o yüzden göz göze gelemeden konuşan tuhaf yaratıklardı.
Ama AKP'nin Reisi kurnaz, hem hesabını iyi bilen bir kurnaz. Öyle tek tek gazeteci satın almak gibi bir zahmete girmektense, medyayı toptan satın almayı yeğledi. Devlet ihalesi verdiği müteahhitlere karşılık olarak medyayı satın almalarını buyurdu ve tam da dediği gibi oldu.
Bugün birkaç küçük ama namuslu TV kanalı ve günlük gazete dışında Türkiye'nin yazılı ve görsel medyasının yüzde 90'dan fazlası artık gazetecilik yaparak değil AKP organı olarak yayınlanıyor…
Organ bizim mesleğimizde tiksinilen ve aşağılanılan bir yayın türüdür.
Hâlâ "HDP'nin ele alındığı tartışma programlarına HDP niye çağrılmıyor" diye sormuyorsunuz umarım…