17 Aralık 2012

Bu Ergenekon, O Ergenekon mu?

Ergenekon davası kadar önemli, Ergenekon davasından çok çok daha fazla muvazzaf (=Görev başında) ve emekli generali kapsayan Balyoz davasında karar 21 Eylül’de, neredeyse üç ay önce açıklandı

Ergenekon davası kadar önemli, Ergenekon davasından çok çok daha fazla muvazzaf (=Görev başında) ve emekli generali kapsayan Balyoz davasında karar 21 Eylül’de, neredeyse üç ay önce  açıklandı. 365 sanıktan 330’una ceza yağdı. Sanık yakınları ve karar duruşmasnı izleyen az sayıdaki kişi dışında ortalık çalkalanmadı. O günden bu güne de Balyoz kararları gündemden adeta düştü.  Sessiz sedasız Yargıtay süreci bekleniyor.

Buna karşılık kararın değil, savcıların “esas hakkında mütalaa”larını açıklayacakları duruşma öncesi, sırası ve sonrasında  ulusalcı (=Milliyetçi) olarak anılan kesimlerin iyi ve yaygın örgütlenmiş bir “Silivri çıkartması”na tanık olduk. Geçen haftaya damgasını vuran olay buydu.

Jandarma ve polis ile göstericiler arasındaki biber gazlı, coplu, tekmeli, tokatlı, su sıkmalı “kapışma” televizyon ekranlarına taşındı. Ertesi gün de medya gündemi “Silivri olayları”ydı. Yazan, çizen, yorum döktüren, fikir belirten hemen herkes kendi meşrebi, ideolojik tercihi doğrultusunda olayları yorumladı.

Yorumladı mı ?

Galiba hayır !

Karar aşamasına yaklaşmış cok, ama çok önemli bir davanın hukuksal yanı, adalet ile yasalar arasındaki uyuşmazlıklar (Türkiye sözkonusu ise uçurumlar)ele alınmadı; göstericilerin demokratik bir hak kullanmayı iyiden iyiye aşan ve  şiddet kullanmaya varan tepkileri ve jandarma ile polisin şiddet kullanmaya tutkulu bağlılığı üstüne tartışıldı. Bir de birkaç hukukçu yargılamadaki usul hatalarını vurgulamakla yetindi.

Bununla yetinemeyiz…

Türkiye’nin geçmişinde derin izler bırakmış, onmaz yaralar açmış bir örgütlenmeden, Ergenekon ve eylemlerinden, yani Türkiye’nin geleceğini belirleyecek bir hukuk sürecinden söz ediyoruz. Hüküm kesilmiş, Yargıtay sürecine girmiş Balyoz davasından ve karara az kalmış Ergenekon davasından…

*    *    *

Ergenekon, bütün NATO ülkelerinde olası bir Sovyet işgalini ya da ülke içinde güçlü bir sol kalkışmayı önlemek amacıyla resmen örgütlenmiş, siviller arasından seçilmiş aşırı milliyetçi, ırkçı, faşist unsurlarla destekli bir yeraltı örgütü, bir “gizli ordu” idi.

Ülkelerin kilit noktalarında günü gelince kullanılmak üzere kullanım dışı kalmış tünelleri, 2. Dünya Savaşından kalma sığınakları gizli silah depoları haline getirdi. Olmadı, silahları günü gelince çıkarmak üzere “toprağa gömdü”.

Her ülkede farklı bir ad aldı. İtalya’da Gladio (=Kılıç) idi, Fransa’da Rüzgar Gülü, Belçika’da SDRA-8, Almanya’da Gehlen, Yunanistan’daKoyun Postu vb…

Türkiye’de  ise Ergenekon.

Salt askerlerden oluşan kesimine Kontrgerilla da dendi. Ama ana örgütün adı ya da örgütün ana adı Ergenekon’du.

Sovyetler Birliği dağıldıktan, “Duvar” yıkıldıktan sonra, önce İtalya’da, ardından  NATO ülkelerinde bu aşırı milliyetçi, antikomünist, yarı askeri yeraltı örgütleri resmen feshedildi.

Türkiye hariç.

Türkiye ne bu örgütün varlığını kabul etti ne de dağıtmak yolunda adım attı. Onun yerine, kural olarak Genelkurmay 2. Başkanının sorumluluğunda olan  örgütün askeri kanadının adını ha bire değiştirerek gözlerden ırak tutmaya çabaladı.Seferberlik Tetkik Dairesi olarak kuruldu (1952), Özel Harp Dairesi oldu (1965); o da kesmedi Özel Kuvvetler Komutanlığı oldu (1991).

Sovyetler Birliği dağılmış sosyalist sistem çökmüş, “duvar” yıkılmış komünist bir istila (?) ya da komünist bir kalkışma (?) tehlikesi ortadan kalkmıştı. NATO kendine yeni etkinlik alanı arayışındaydı. Hâlâ da tam bulabilmiş değil. 

Ama Türkiye çoktan bulmuştu: Güneydoğu Anadolu’da PKK’ya karşı  normal asker ve polis güçlerinin yanısıra “Özel Kuvvetler Komutanlığı”na bağlı güçler devreye girdi. Askerliğini komando olarak yapmış MHP – BBP çizgisinde olduğu sağlama bağlanmış unsurlardan oluşan Özel Tim’ler, PKK itirafçılarıyla desteklenmiş JİTEM gibi örgütler aslında Ergenekon’un alt birimleriydi.

Daha gerilere gidersek Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve bomba koydurup, ardından İstanbul ve kısmen İzmir’de 6-7 Eylül olayları diye adlandırılan ülkenin “Rumlardan arındırılması” operasyonunu düzenlediği gibi…27 Mayıs öncesi ve sırası ve sonrasında belirleyici bir görev üstlendiği gibi… 12 Mart sonrasında kara ünlü “Ziverbey Köşkü”ndeki sorgulama ve işkenceleri gerçekleştirdiği gibi… 1980 Darbesine giden yolun kanlı taşlarını sistematik olarak döşediği gibi… “Faili Meçhul” diye anılan cinayetlerde tetikçileri bulup eyleme geçirdiği gibi...

*    *    *

Bu kadar ayrıntı yetsin.

Şimdi soralım: Yukarıda  bir gazete yazısının sınırları içinde  ayrıntıladığım Ergenekon ile Silivri’de yargılanmakta olan Ergenekonbir ve aynı görgüt müdür?

Sorunun kanımca yalın ve kısa bir cevabı var: Evet ve hayır !

Türkiye’nin geçmişini karartmış ve kanatmış bir gizli örgütten ve Türkiye’ninm geleceğini belirleyecek önemde bir davadan söz ediyoruz. O yüzden bu kadar kısa ve yalın yanıt yeterince açıklayıcı değil.

Yani…

Yani yarın devam edeceğiz…

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"