04 Şubat 2009

Bölünme, Kamplaşma – Yüzleşme, Hesaplaşma

Haber sağanakları altında şemsiyesiz yaşıyoruz. Çoğu uğursuz haberler bunlar. Asit sağanağından farksız.

Haber sağanakları altında şemsiyesiz yaşıyoruz. Çoğu uğursuz haberler bunlar. Asit sağanağından farksız. Yürek burkuyor, allak bullak ediyor, öfke kabartıyor. Son haber bültenini de izleyip, “Sonra okurum” diye ertelenmiş son gazete yazılarını da okuyup, internet medyasından son saniye gelişmelerini de edinip akşamı geceye devirirken dayak yemiş kadar yorgun, gülümseyemeyecek kadar bezgin, olup biten üstüne düşünmek bile istemeyecek kadar bıkkın yataklarımıza çekiliyoruz.
(Tabii dünyamız, dünyada olup bitenlere ilgimiz televizyonların spor geyiği programları ve iddia kuponları ile sınırlı; cep telefonlarının son modelleri arasındaki farkları tartışmakla kısıtlı, Nişantaşı “cafe”lerinin menülerini konuşmaya hapsedilmiş değilse...
Meraklarımız TV dizilerinde ve magazin sayfalarında kimin eli kimin cebinde, kim kimle beraber, kim kimle, nerede “pişti” oldu sorularına cevap aramaktan ibaret bir sığlıkta değilse...) 

Sadece son iki, üç haftanın “haber sağanağı”nı hatırlayın: Gazze, Ergenekon, Davos, yine Ergenekon... Avrupa Birliği, Ankara yada İstanbul Belediye başkan adayları, yine Ergenekon, ekonomik kriz, ekonomik krizin kapı önüne attığı milyonlarca emekçi ve onlara yeni yeni milyonların ekleneceğine ilişkin uğursuz kehanetler... Sonra yine Ergenekon. Tohum ekmek için değil, mermi hasadı için kazılan topraklar; topraklardan fışkıran elbombaları, G-3 mermileri, roketatar mermileri yada lav silahları. Güneydoğu’daki asit çukurları üstüne korku filmlerini gölgede bırakan ve bir türlü soruşturulmayan iddialar ve yine Ergenekon...
İşini kaybetmemek için canını dişine takmış; çocuğun okul taksidini, evin kirasını, doğalgaz faturasını ödeme kaygısı ile kıvranan sade yurttaşlar ürkek, tedirgin ve şaşkın.
Avrupa Birliği !

- Oooo, bizi bölüp parçalamak isteyen bir emperyalist güc ve odak...
- Yok canım, olur mu hiç, Avrupa Birliği Türkiye’nin bir üçüncü dünya ülkesi olmasını ve öyle kalmasını önleyecek tek çıkış yolumuz...
Bölündük mü iki kampa !
Kürt sorunu !
- 25 yıldır adı savaş olmayan bir savaş sürüyor ve sorun çözülmedi. Barışçıl bir çözüm zorunlu. Eşit haklı yurttaşlık temelinde, özgürlüklerin sınırlarını alabildiğine genişleten bir çözüm tek çare.
- Hooop. Hoooop... Kürt de ne oluyormuş? Hepimiz Türküz. Beğenmeyen çeker gider. Ya sev ya şey yap...
Bölündük mü iki kampa !
Kıbrıs sorunu !
- Biz Kıbrıs’ı 1974 “barış harekatı” denen savaşta fethettik. Bir çakıl taşı bile geri vermeyiz...
- Yav kardeşim, ne fethi ? Bu çağda ordu yollayıp fetih mi yapılır ? Kıbrıs iki halklı ayrı bir devlet, ayrı bir ülke. Kıbrıs’ın geleceğine bırakalım Kıbrıslılar karar versin...
Bölündük mü iki kampa !
Ekonomik kriz !
- Kriz var deniyor ama sokakta, mağazada, orda burda bir değişiklik görmüyoruz. Bu kriz teğet geçiyor Türkiye’den...
- Ne teğet geçmesi be ! Delip de geçiyor. Hatta geçmiyor derinleşiyor... Oğlan işten çıkarıldı; kız tedirgin, damat iş arıyor bulamıyor, benim emekli maaşı artık kirayı bile karşılamıyor...
Bölündük mü iki kampa !
Ergenekon !
- Türkiye’nin geçmişi kanatan, geleceğini karartan çeteler ayıklanıyor; o çeteleri işe koşup darbe yapıp demokrasinin bir kez daha ırzına geçmeye kalkışanlar hesap veriyor... Karartılmasın, derinleştirilsin, ürküp, korkup geri adım atılmasın...
- Ne diyorsun sen yav ? Koskoca paşalar gözaltına alınıp sanık iskemlesine oturtuluyor. Olacak iş mi bu ? Ergenekon dediğin AKP’nin muhalifleri sindirme harekatından ibaret kocaman bir palavra...
Bölündük mü iki kampa ?
* * *
Yukarıda aktardığım diyaloglar tepelerde, ülkeyi yöneten seçkinler katında değil, sokakta, kahvede, üniversite kantininde, komşu ziyaretlerinde, manav tezgahı sohbetlerinde, meyhane muhabbetlerinde sürüp gitmekte...
Ve iyi ki böyle olmakta...
Değişen dünyada kabuklarını kıran, kendi kırmazsa hayatın kırdığı Türkiye’de böylesine yoğun, böylesine ateşli tartışmalar sadece ve sadece bereketli ve daha aydınlık günlerin habercisi...
Üstüne ölü toprağı serpilmiş, konuşmayan, sormayan, sorgulamayan, “Ne olacağını, neyin nasıl yapılması gerektiğini büyüklerimiz bilir” diyen sümsük bir ruh halinden –ister istemez- sıyrılmakta olan Türkiye’nin fotoğrafı bu ve bu çok, ama çok çok iyi. İnsanlar canlarını acıtsa da, alışageldikleri yargıların sarsılmasından ürkse de, istese de, istemese de yüzleşiyor, hesaplaşıyor.
Tabuların ardarda kırıldığı, insanların düne kadar fısıltıyla bile konuşmaya, hatta kendi kendine düşünmeye cesaret edemediği konular, sorunlar sokağa düştü.
Sorunların sokağa düşmesi bereket habercisidir. İyi, çok iyidir...
“Ne oluyor, ne bu kamplaşma, ne bu hiddet, niye bölünüyoruz böyle” diye hayıflanacağımıza sevinmeliyiz. Tedirgin de olsak, bezgin, bıkkın, yorgun da olsak sevinmeliyiz. Türkiye kabuklarını kırıyor; düşüncenin önündeki duvarlar yıkılıyor.
Demokrasi fidanı, ancak sokağa, bahçeye, tarlaya indiğinde boy atar, serpilir, gelişir.
Ben hem mutlu, hem umutluyum...

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"