Korkmayın, korkmayın, kamplaşmanın en uç boyutlarda kol gezdiği Türkiye’ye yeni bir bölünme, yeni bir kamplaşma katmıyoruz. Sadece şu yoksul, şu unutulmuş Marmara Adası'ndan söz ediyorum.
Ramazanla birlikte turistler iyiden iyiye elini ayağını çekti. Ada’da benim gibi beş altı ay oturanlarla on iki ay oturanlar kaldı.
Ve cumartesi günü “Saatli Maarif Takvimi” takvimi yine yanılmadı, fırtına patladı. Yıldız-poyraz’dan saniyede 50-60 kilometre hızla esen, henüz “dökülme” aşamasına gelmemiş yaprakları koparıp alan azgın bir fırtına. Deniz otobüsleri iptal. Ada’nın kuzeyindeki limana sığmayan mermer gemileri güneye tüydüler; Avşa-Marmara arasındaki görece sakin boğaza sığındılar. Eh zaten Marmara Adasının İstanbul ile bağını sağlayan Mavi Marmara gemisini İDO’nun görevlerini bezirganlık olarak kavramış elebaşıları “kâr etmiyor” diye çoktan sattılar.
Sonuç: Bölündük!..
Türkiye’nin öteki bölümü ile bağımız hemen hemen kalmadı. (İnterneti “bağ”dan saymıyorum).
Havayı, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nden daha iyi bilen, hiç yanılmayan Saaatli Maarif Takvimi’ne göre bir kaç gün daha böyleyiz.
Bana da evin içine sığınıp ak köpüklere kesmiş denize karşı oturup memleket meselelerini düşünmek kaldı.
* * *
Alın size yıldız-poyraz fırtınasından daha sert bir soru: Referandum tartışması mı solu böldü; sol bölünmüştü de referandum tartışması mı onu iyiden iyiye su yüzüne çıkardı ?
Mesela AKP’nin Anayasa değişikliği önerisinin tümü TBMM’den 367 oy alarak geçseydi ya da AKP bir Anayasa değişikliğine girişmeseydi, şu günlerde biz (Biz derken “sol”dan söz ediyorum, gerisi bu yazının konusu değil) yine böyle paramparça, yine böyle kendisinden farklı düşüneni acıtmak, dizleri üstüne çökertmek üzere kapışmış olacak mıydık?
Galiba öyle. Yani galiba referandum bahane!..
Zaten şimdilik yedekte bekleyen daha bir dizi, solu bölüp parçalayabilecek konu var, sorun var: Kıbrıs, Ermeni, Avrupa Birliği, türban, Kemalizm ve... Ve ille de Kürt sorunu...
Ama bence sorun yukarıda saydıklarım ve sizin de ekleyebilecekleriniz değil.
Hiç değil. Sorun sol’un kendisi...
Ve sorun sadece Türkiye’nin değil, dünya solu’nun sorunu.
Paris Komünü ile başlayan sosyalizm kuruculuğu girişimlerinden sonuncusu ve en görkemlisi kapitalizmi aşmayı başaramadı. Geri döndürülemez diye bellediğimiz tarihin tekerleği geri döndü. Eski Sovyet cumhuriyetlerinin tümünde; Doğu Avrupa’da sosyalizm kuruculuğuna girişmiş ve epey yıl da deneyim biriktirmiş ülkelerin tümünde; parçalanan ve her bir parçası ırkçı-milliyetçi bir bataklığa dönüşmüş Yugoslavya’da; küçücük Arnavutluk’ta; ABD emperyalizmini dize getirmiş, sosyalizm kuruculuğuna başlamış Vietnam’da; Güneydoğu Asya’nın bir başka ülkesinde, Kamboçaya’da şimdi kapitalist sömürünün –hem de en katmerlisi- hüküm sürüyor. 1949’da sosyalizm kuruculuğu için devrim yapmış Çin, iktidardaki Çin Komünist (?) Partisi önderliğinde kapitalizmin en acımasızını uyguluyor; Çin yönetimi her yıl sayıları artan dolar milyonerleri ile öğünmekte sakınca görmüyor.
Tablo böyle. Fazlası var eksiği yok.
Ve bu ülkelerin tümünde geceyi gündüze katmış, gözleri uykusuzluktan kızarmış, akıllı, bilgili, inatçı kadınlar ve erkekler yaşanmış ve başarısız kalmış deneyimleri elden geçirip kapitalizmi dünya çapında yenebilecek, dünyayı daha esen, daha mutlu bir dünya rotasına taşıyacak, dünyanın yoksullarına umut ve coşku verecek, 1917’nin heyecanını yeniden yaratacak bir çözüm üretme peşinde.
Ama henüz bir sonuç yok. Yakıcı, zorlu sorular cevaplanmış değil.
Nasıl bir parti ? Parti mi ? Parti değilse ne? Üretim araçlarının kapitalist mülkiyeti yerine nasıl bir mülkiyet ilişkisi ? “Benim” yerine “bizim” denmesini nasıl sağlanır? Küreselleşme çağının olanakları ve fırsatları dünyanın yoksulları ve üretenleri tarafından nasıl kullanılır?..
Sorular uzayıp gidiyor ve henüz herkesi (yani “biz” herkese) “Evet, budur” dedirtecek cevaplar ortada yok.
* * *
İnsanlık bunu aşar. Elbet aşar. Ama aşıncaya kadar da epey acı çeker.
Şu paramparça halimize bir de bu açıdan bakmaya ne dersiniz?
Belki sığ, günübirlik, yarın var olmayacak sorunlar üstünde birbirimizle didişmek, itişip kakışmak yerine yukarıda bir kaçını sıralamaya çalıştığım sorular demeti’nden –mesela- birine, gücümüz yeterse ikisine, üçüne, hepsine cevap ararız ve bu bizim için de insanlık için de değerli olur...