Siz bu satırları okurken Barack Obama Türkiye gezisinin İstanbul’daki turistik bölümüne geçmiş olacak. Yani haftalardır, “Gelecek, geldi, geliyor” denen gezi aslında bitti. Dün Ankara’da “kapalı kapılar” ardında, konuşuldu, görüşüldü, karşılıklı sözler alındı, verildi.
“Kapalı kapılar” vurgusu boşuna değil. Sizler gibi ben de TV’den izledim. Çankaya’ya çıktı. Abdullan Gül’le el sıkışıp o ezberlediğimiz pozlardan biri daha verildi ve ardından gözlerimizin önünde kapı kapandı.
Başbakanlığa gitti. Erdoğan’la el sıkıştılar. O ezberlediğimiz pozlar verildi; flaşlar patladı, fotoğraflar çekildi ve ardından kapı kapandı.
Keza CHP, DTP, MHP liderleriyle de el sıkışılıp malum pozlar verildikten sonra kapılar kapandı.
Kapalı kapılar ardında konuşulanları bilmiyoruz. Bize sadece sonuçlarını görüp, gözlemek düşecek.
Obama’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki konuşmasında ise kapılar açıktı. Eğer kapalı kapılar ardında daha önemli bir konu ele alınıp karara bağlanmadıysa, Obama’nın en önemli konuşması da zaten TBMM’deydi.
Ne dedi orada ?
Tamam bir çok konuya değindi; Türkiye’nin laik bir ülke olduğunu ve ABD’nin buna önem verdiğini söyledi; Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasında yarar gördüğünü vurguladı; İran’a, Irak’a, Israil’e, Filistin’e değindi, falan filan...
Tamam da asıl önemli olan Ermeni sorunuydu.
Yiğidin hakkı yiğide hilesiz konuştu. Başkan seçilmeden önce 1915 için “Soykırımdır” demişti. Açık kalplilikle bu görüşünün değişmediğini söyledi. (Şimdi bunu bir yere not edin).
Ardından “...Tarih her zaman trajik bir geçmişle doludur. Her ülkenin geçmişiyle yüzleşmesi gerekir” diye ekledi. (Şimdi bunu da bir yere not edin).
Ve noktayı koydu: “...1915 olayları benim değil Ermeni ve Türklerin çözeceği bir meseledir.”
İşte bu son cümleyi de bir yere not edin ve şimdi benimle birlikte yakın geçmişe yönelen kısa bir “bellek gezisi”ne buyrun.
* * *
Hatırlar mısınız, bu toprakların en yiğit, en gözüpek, en sözünü sakınmaz, meramını en iyi anlatan bir evladı vardı. İki yıl önce, 19 Ocak’ta onu tetikçilerinin eline tutuşturdukları bir silahla öldürdüler. Adı Hrant’tı. Hrant Dink!
Ölmeden önce TV kanallarında, yoktan var ettiği gazetesi AGOS’ta, açık oturumlarda, sempozyumlarda ne dediydi Hrant Dink ?
“Siz 1915’i soykırım olarak mı adlandırıyorsunuz” sorusuna duraksamadan ve lafı kıvırmadan cevap verdiydi: “Ben 1915 olaylarının kesinlikle bir soykırım olduğuna inanıyorum” dedi. Meraklısı, mesela ATV ve Kanal D arşivlerini tarasın. (Şimdi bunu da bir yere not edin)
Bir zamanlar Türk Tarih Kurumu'nun başına çöreklenmiş olan Profesör Halaçoğlu’nun iddialarını cevaplarken, “Türkiye’nin 1915 ile yüzleşmesini sağlamak bu ülkenin sorumlu bir yurttaşı olarak benim en büyük ödevimdir. 1915’i örtbas ederek dünyaya gülünç oluyoruz ve ben bu toprakların bir çocuğu olarak buna isyan ediylorum. Tarihle yüzleşmekten korkmamalıyız” dedi. Meraklısı AGOS arşivini tarasın.
(Şimdi bunu da bir yere not edin.)
Onu 301’den mahkum olmaya götüren o ünlü ve güzel yazıyı hatırlayalım bir de. Hani Yargıtay yargıçlarının “Türklüğe hakaret suçu işlendiğini” bulabildikleri, aslında Hrant’ın Ermeni Diasporası'nın fanatik sözcülerine seslendiği o ünlü yazıyı hatırlayın. Onlara, onları hasta eden, marazlaştıran Türk düşmanlığından kurtulup yüzlerini Ermenistan’a dönmelerini öğütlemiş ve eklemişti “Sorunu iki komşu, Türkiye ve Ermenistan çözecektir.”
(Şimdi bunu da bir yere not edin.)
Sonra da Obama’nın konuşmasından aldığınız notlarla Hrant’tan aldığınız notları karşılaştırın.
Ne görüyorsunuz?
* * *
Şimdi Obama’yı alkışlayanlara sormak hakkım değil mi?
Obama’yı alkışladınız, öyleyse Hrant’ı niye öldürttünüz? Hrant’ın ölümüne giden yolun taşlarını niye döşediniz? Hrant’ın ölüme gittiğini bile bile niye seyirci kaldınız?
Yoksa...
Yoksa aslında Obama’yı da haklamak isterdiniz de “sıkmadığı” için mi alkışladınız?