Önceki gün PKK dağda değil yolda pusu kurdu. Henüz sayısı kesinlik kazanmadı ama 11 gencecik yurttaşımız, üstelik kendilerine “Güneydoğu’da devlete başkaldırmış, terörü mücadele yöntemi olarak seçmiş silahlı gruplar var. Onlarla savaşmak istiyor musun” diye sorulmamış, “Askerlik çağın geldi. Gel askere. Askersin yürü Güneydoğu’ya. Haydi bakalım çatışmaya” denmiş 11 yurttaşımız yaşamını yitirdi.
Herhalde bu eylemi tasarlayan, buyruğu veren, çatışmayı yöneten PKK’liler “Biz böyle bir darbe vuralım. TC ordusu korkudan siner. Sus pus olup oturur” diye hesap yapmadılar. TSK’nın ve Hükümetin bu saldırıya hem demeçleriyle hem de silahlarıyla bir cevap vereceğini biliyorlardı.
Nitekim cevap aynı günün gecesinde geldi. Savaş uçakları sınır ötesine geçip PKK kamplarını bombaladılar. Ağır bir saldırıydı ve göstermelik olmadığı, kamuoyu tepkisini yatıştırmak için yapılmadığı, askeri deyimle “stratejik bir hava harekâtı” olduğu resmi açıklamalarda özellikle vurgulandı.
Şimdi ne olacak?
Derin analizlere gerek var mı? Şimdi sıra PKK’de. Onlar daha ağır bir cevap vermek zorundalar.
Zorundalar, çünkü savaşı seçmenin doğal mantığı bu. Çözümü namluların ucunda arama tercihini yapanların başka bir seçeneği olamaz. Yani PKK’liler bu kez, “Hay Allah, keşki Çukurca’daki o pusuyu kurup 11 askeri öldürmeseydik. Bak tepemize bomba yağdı. En iyisi biz silahlı mücadeleden vazgeçip, silahları gömüp çözümü siyasal düzlemde arayalım” demeyecekler herhalde.
Dünden beri vurgulamaya çabaladığım sarmal işte bu. Sarmal’ın yabancı dillerdeki karşılığı “helezon”. Gitgide tırmanan halkalar, çemberler demek.
Bir sorunun çözümünde şiddet yöntemini benimsediğiniz andan itibaren bu sarmalın içine düşmemeniz mümkün değil.
Bu gerçek salt PKK için geçerli değil. Kürt sorununu 30 yıldır askeri yöntemlerle (yani şiddetle) çözmeyi tercih eden; şiddet dışı çözümlere yöneldiğinde ya adımlarını ürkek atan, zikzaklar çizerek bocalayan ya da baştan şiddet dışı (askeri olmayan, siyasal olan) yöntemleri reddeden devlet ve onun dizginlerini elinde tutan hükümetler için de geçerli. Bir süre önce Kürt açılımı adı verdiği bazı adımlar atmaya kalkışan ve bu alanda zikzak çizmekten başı dönen AKP hükümeti için de bu geçerli: Şiddet daha yüksek bir şiddeti doğurur. O, ondan da yüksek bir şiddeti... Böylece bir sarmal içinde sürer gider ve...
Ve analar ve gelinler ağıt yakar...
* * *
Bu yazı elbette bir akıl verme yazısı değil. Bu ne benim haddim ne de tarafların benim aklıma ihtiyaçları olduğuna ilişkin herhangi bir işaret var.
Ancak PKK’nin bilinçli olarak tırmandırdığı, İmralı’ya rağmen sürdürdüğü şiddet eylemleri eğer yanılmıyorsam sadece son haftalarda 41 gencecik yurtaşımızın canını aldı. Ayrıntısını bilmiyorum ama aynı dönemdeki TSK operasyonları sırasında da bir o kadar PKK saflarını seçmiş yurttaşımız yaşamını yitirmiştir.
Bütün bunlar bugüne dek Kürt sorununun barışçı çözümü için kafa patlatan, fikir üreten, etkinlik düzenleyen, düzenlenen etkinliklere katılan, çoğıunluğu Türk aydınlar arasında anlaşılabilir tepkilere yol açtı.
Düne kadar “Barış, ne olursa olsun barış” diyenlerde düşünsel bir sendeleme hemen her yerde, gazete yazılarında, internet sitelerindeki yorumlarda, dost sohbetlerinde gözleniyor.
Bu kesimlerin önemli bir bölümünde sanki “Bunca yıldır barış için çabaladık ama Kürt tarafı, yani PKK da , devlet de barış filan istemiyor. Tersine barışa giden yolu kendi elleriyle mayınlıyor, dinamitliyor” düşüncesi ağırlık kazanmaya başladı. Bunun bir adım sonrası “Yapacak bir şey yok.
Eden bulur. Madem savaş isteniyor, savaşsınlar bakalım” düşüncesine geçmektir. Yani barışçı çözüm arayışında “pes etmek”tir.
* * *
Hayır Bin kerre hayır!
Eğer bir öldürülen varsa mutlaka bir katil de vardır.
Cinayetin topluca işlenmesi, yığınsallaşması “savaş” adı altında haklılaştırılamaz. Katilin kim ve hangi tarafta olduğuna bakmaksızın ona karşı çıkmak savaş karşıtlığının temelidir. Bu konuda bilinçler bulanık değilse asla pes etmeyip, “barış eşekliği”ne devam etmek anti-militarizmin ve savaş karşıtlığının sınavıdır.
Yoksa kendimizi de o şiddet sarmalının içinde bulacağız.