Salı akşamı ben de sizler gibi TV ekranın karşısına geçip Rusya ile Türkiye, yani Putin ile AKP Reisi’nin ortak açıklamalarını soluksuz izledim.
Ardından kendime kıydım ve hem AKP organına dönüşmüş kanallarda hem sayıları pek azalmış “ötekiler”deki tartışmalar, değerlendirmeleri, yorumları da izledim. Doğrusu epey zaman kaybı oldu ama yine de sabır taşını çatlatmadan ekran başında kaldım.
Ve….
Ve daha o akşamdan karar verdim. “Nasıl olsa” dedim, “Yarın konuyu iyi bilenler, en azından benden iyi bilenler yazacak, çizecek, Soçi Mutabakatı’nı didekleyecek, yorumlayacak. Hele bir onları da dinleyeyim, okuyayım da olup bitenin anlamını, olası sonuçlarını kavrayayım…”
Tahmin ettiğim gibi oldu. “Soçi mutabakatı” üstüne yazmayan meslektaş kalmamış…
Suriye konusuna baştan beri ağırlık veren Duvar’da Fehim Taştekin, Kemal Can, Mühdan Sağlam uzun uzun yazmışlardı, dikkatle okudum. Bizde (T24) Şirin Payzın’ın Soli Özel’le söyleşisini dikkatle izledim. Böylece pek sorumun cevabını elde ettim. Özellikle Fehim Taştekin arkadaşımın “mutabakat metni”ni madde madde didikleyip yorumladığı yazı alkışlanasıydı.
Artık önce Türkiye - ABD (“Trump - AKP Reisi” diye de okuyabilirsiniz) arasındaki ortak açıklama, ardından Türkiye - Rusya (“Putin - AKP Reisi” diye de okuyabilirsiniz) arasında varılan mutabakat üstüne yeterince bilgilendik, bilgilendim. Bekleyecek ve yönü şimdiden kestirilemeyecek gelişmeleri göreceğiz…
Bu konuda şimdilik sorum kalmadı…
***
Buna karşılık “bizim” Kürtler üstüne çok sorum var. Çünkü ortada çok, ama pek çok sorun var.
Türkiye – Suriye sınırı boyunca uzanan topraklarda, sınırın her iki yanında yaşayanlar arasında çok yakın bağlar var. Ahmet Arif’in unutulmaz dizelerinden esinlenerek söylersek, “Kız alıp kız vermişler yüzyıllar boyu” ve “Tavukları birbirine karışmış”tır.
Kürttürler. Akrabadırlar…
Soruları var, kaygıları var, acımaları var…
Münbiç’in, İdlip’in, Tel Abyad’ın, Rasul Ayn’ın, Kamışlı’nın Kobani’nin kasaba ve köylerinde kadimden beri yaşayan Kürtleri bekleyen nedir?
Beşşar Esad başkanlığındaki Baas iktidarının ordusu, ABD, Rusya, Türkiye orduları, “özgür”den vazgeçilip “milli” olarak vaftiz edilmiş paralı askerler onlara nasıl bir yakın ve uzak gelecek biçiyorlar?
Bu sorular sınırın Türkiye tarafında yaşayan Kürtlerin de cevap aradıkları, henüz cevabı bilemedikleri, bulamadıkları ve kaygılarını gitgide artıran sorular.
O vıcık vıcık “Kürt kardeşlerimiz” edebiyatının ötesinde “Barış Pınarı zaferi”ni izleyen siyasal ve diplomatik “zafer”den söz edenlerin kendi yurttaşlarına söyleyecekleri somut sözler nedir?
Bitmedi…
Kuzey Suriye’de askeri operasyon başladıktan sonra ve onu izleyen ABD ve Rusya ile müzakereler sürerken dört kent daha “kayyımlandı” ve seçilmiş belediye başkanları görevden alındı; yetmedi tutuklandı.
Diyarbakır’ın çelebi belediye başkanı Selçuk Mızraklı’nın azılı bir terör sanığıymış gibi azman jandarma ordusu eşliğinde götürüldüğü o fotoğraf herhalde benim gibi ve benden çok Türkiye Kürtlerinin belleğine kazındı.
Bitmedi…
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki üçüncü büyük siyasal parti olan HDP’nin artık sudan gerekçeler bile bulmaya zahmet edilmeden yok sayılması ve fiilen yok edilmekte oluşu…
Bitmedi…
HDP’de sorumluluk üstlenmiş Kürt siyasetçilerin Meclis’te, yerel yönetimlerde. kentlerinde, kasabalarında değil, Kandıra’da, Silivri’de ve Edirne’de “zorunlu ikamete” uğratılmaları…
Bitmedi…