09 Kasım 2012

Bir çürümüşlük sembolü: Şemdin Sakık

Kürt siyasal hareketinin en çelebi, en saygın isimlerinden Sırrı Sakık için “Benim kan emici ağabeyim” deyişine bile öfkelenmedim...

 

Silivri’de tanıklık yapmış yapmamış, yapmalıymış yapmamalıymış umurumda değil. Gizli tanıktan açık tanığa dönüşmüş, o da umurumda değil.

Tanıklığı ise hiç umurumda değil.

Bilinmeyen hiçbir şey söylemiyor. Bildikleri de eksik ve yarım yamalak. Örneğin Yalçın Küçük’ün Öcalan hayranlığı sırasında yazıp çizdiklerini bile tam olarak bilmiyor; bölük pörçük bir şeyler aktarıyor. Haber gazetede ise göz atıyor ve devamını okumuyor; TV de ise şöyle bir bakıp başka kanala zıplıyorum…

Ama kendisi ile ilgili söyledikleri artık midemi bile bulandırmıyor.

Karşımızda çürümüş bir ruhun yürekler acısı sembolü gibi duruyor.

Kürt siyasal hareketinin en çelebi, en saygın isimlerinden Sırrı Sakık için “Benim kan emici ağabeyim” deyişine bile öfkelenmedim.

Karşımızda devletin tepelerine yaranmaya çabalayan, “Ben de artık sizdenim, ben de artık sizdenim” diye çırpınan bir merhamet dilencisi var.

Onunla karşılaşmak, sırtına düşmanca olmayan bir şaplak vurup “Bak, taşıyamayacağın yüklerin altına girmişsin. Taşıyamamışsın. Ama sus ve suskunluk duvarının ardına saklan. Şu halinle acınası bir zavallısın” demek istiyorum.

*    *    *

Taşıyamayacağı yüklerin, sorumlulukların altına girip sonrasında hazin ve sefil bir siyasal cesede dönmüş çok adam tanıdım.

1971 Maltepe Askeri Cevaevi’nde THKP-C önder kadrosunun bile canını sıkan zengin aile çocuğu bir “sıkı devrimci” idi. “Siiiiiiz revizyonistleeeer!.. Sizler kaloriferli odalarda bilgiçlik taslarken biz barikatlarda emperyalizme mermi sıkıyorduk…” diye başlayan naralar atar, hır çıkarmaya çabalardı.

Yıllar ve yıllar sonra Nişantaşı’nda çok pahalı bir arabanın kapısını açıp, tasmasından tutup gezdirdiği karikatüre benzer bir minik finoyu içeri sokarken beni gördü. İğrenç bir sırıtmayla sordu:

- Ne o Aydın Engin, sen hâlâ devrimci mi takılıyorsun?

Kendimi tuttum. Sadece selam vermeden yürümeyi becerdim. Yoksa…

*    *    *

1980’de Davutpaşa Kışlası’nın hapishaneye çevrilmiş koğuşlarında tanıdım. MLSPB üyesiymiş. “Boğaz’da Beşiktaş’tan Rumeli Kavağı’na kadar olan şerit benden sorulur” diye kostaklanması ile alay konusu olmuştu. Sarıyerli Dev-Yol yandaşı bir delikanlı “ Olabilir. Ben Sarıyerliyim. Sarıyer de malum Anadolu Yakası’ndadır” dedi. Zekaca da durgun olsa gerek “Mümkün” diye cevap verdi. Hapishane yaşamını büsbütün çekilmez kılmakta pek hünerliydi.  Bencileyin plastik su tabancası ile gerçek tabancayı ayırt edemeyecek birine “Madem devrimcisin Aydın Bey, söyle bakalım 14’lü nasıl sökülür, nasıl takılır” diye acaip sorular soruyordu. Ama sıra koğuşun temizlik nöbetine gelince nedense ya ülseri tutuyor ya “Spor yaparken bileğimi sakatladım” diyordu.

Yıllar geçti; ben siyasal göçmenliğe nokta koyup yurda döndüm. Tamamen serbest olabilmem için 70-80 gün hapis yatmak zorundaydım. Sağmalcılar Cezaevi’ne gönderildim. Müdür beni ille “J koridorundaki” koğuşlara değil bilmem ne koğuşuna vermek istiyordu. Beni ikna etmek için içeriden bir hükümlü çağırttı. Bizimki sırıtarak çıkageldi. “Ooo Aydın Bey, bak yine buluştuk. Sen gel bizim koğuşa her akşam kızarmış tavuk var, üstüne de revani” dedi.

Ben inatlaşıp, ısrar edip J koridorundaki koğuşlardan birine gittim. Bizimki de “her akşam kızarmış tavuk üstüne de revani” yenen itirafçılar koğuşuna döndü.

Zavallının döneklik bedeli de galiba bundan ibaretti: Kızarmış tavuk, üstüne de revani…

*    *    *

Eski, çok eski dostlarım var. TKP’de, TİP’de, Dev-Genç’te geçen yıllarını kayıp yıllar sayan, “Ne aptalmışım, nelere bulaşmışım” diye geçmişini –yani kendini- reddeden eski dostlarım. Mümkün olduğu kadar buluşmamaya çabaladığım; buluşunca futboldan, şarap çeşitlerinden, Ege koylarından söz etmeye ve asla siyaset konuşmamaya çabaladığım eski dostlarım…

İçimi acıtıyorlar.

Ama hiç biri Şemdin Sakık’ın ruhsal sefaleti ve çürümüşlüğü kadar içimi acıtmıyor. Bir insanın, hem de örgütlü mücadelede sorumlu konumlarda bulunmuş, buyruğu ile insanları ölüme yollamış, buyruğu ile insanları öldürtmüş birinin bugünkü halini içim sahiden kaldırmıyor.

Yaşamaya devam edecek besbelli. Ama hapishanede, ama dışarıda…

Ama karşısındakinin gözlerinin içene bakamayacak kadar çürümüş olarak.

Siyasal mücadeleyi namluların ucunda sürdürenlere, şiddeti bir siyasal mücadele yöntemi belleyenlere her zaman karşı oldum.

Ama onlara Şemdin Sakıkgillerden çooook daha yakınım…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"