22 Mayıs 2021

Bir Cumhuriyet mavrası

Saray'ın en tepesine mektup yazıp destek isteyen ve bu desteği alanların cümleleri ve o cümlelerin anlamı bizleri şaşırtmadı. Yakıştı da…

Televizyon ekranındaki görüntüleri, boğuk sesi bile paniklediğinin yeterli kanıtı olan Süleyman Soylu, "Sedat Peker video dizisi"ndeki kendisi ile ilgili vahim iddiaları cevaplamaya çalıştı. Soylu'nın bu amaçla hedefine aldıklarından biri Cumhuriyet gazetesi oldu. Cumhuriyet'i bir dönem hem PKK yandaşı, hem o zaman Cemaat diye anılan FETÖ'nün destekçisi ilan etti ve kanıt olarak da gazetenin manşetlerinden bir demet aktardı.

Böylesi saldırılara alışkınız. Kendi adıma gülüp geçtim. Ama şu anda Saray desteği ve Saray mahkemelerinin kararı ile Cumhuriyet gazetesi yönetimini ele geçiren ekibin elebaşıları Soylu'ya dün bir "başşşşşyazı" ile cevap verdiler.

Bir "başşşşyazı"nn tümünü buraya aktarmama gerek yok. Meraklıysanız tıklayın.

Ama sabrınızı zorlamak pahasına biri uzun, biri kısa iki paragrafı olduğu gibi aktaracağım:

"…İkinci Cumhuriyetçi bir ekibin Cumhuriyet gazetesini yönettiği döneme denk gelmektedir. Oysa, bugün Cumhuriyet gazetesi, bu ekibin yayın çizgisi ve tutumlarına karşı Cumhuriyet okur ve emekçileri ile birlikte dört yıl yürüttüğü hukuksal mücadele ve Yargıtay'ın da onadığı bir mahkeme kararı sonucu yönetime gelen Cumhuriyetçi kadro tarafından yayımlanmaktadır.

Cumhuriyet gazetesi, 2018 Eylül ayı başında, Atatürk'ün adını verdiği ve Yunus Nadi'nin kurduğu Cumhuriyetçi çizgisine oturduğunu kamuoyuna duyurmuştur…"

Nasıl "başşşşyazı" ama?

Süleyman Soylu'nun abuk sabuk iddialarına cevap verme kılıfı altında açıkça şu denmekte:

- Haklısınız. Ama o manşetleri, o haberleri biz yapmadık. Onu Can Dündar'ın yayın yönetmeni olduğu dönemdeki ekip yaptı.

* * *

Eh, Cumhuriyet Vakfı yönetimini, dolayısıyla gazete yönetimini ele geçirmek için polis merkezinde ihbarcılık yapanlar, gazete yöneticilerini tutuklatıp Silivri zindanında yollamayı başarmakla yetinmeyip duruşma salonunda "savcının tanığı" olma onursuzluğunu göze alanlar, bununla da yetinmeyip Saray'ın en tepesine mektup yazıp destek isteyen ve bu desteği alanların cümleleri ve o cümlelerin anlamı bizleri şaşırtmadı.

Yakıştı da…

O başşşyazıyı yazanı da, basanı da kendi utançları ile baş başa bırakıp "Cumartesi mavrası"na dönelim…

* * *

12 yıllık göçmenliği noktalayıp yurda döndükten hemen sonra başladığım Cumhuriyet'te 10 yıl çalıştım. Yazı işleri müdürlüğü de yaptım, köşe yazarlığı da yaptım, yurt içinde ve yurt dışında habercilik de yaptım. Tastamam onuncu yıl tamamlanırken, 2002'de, gazete yönetimince "Cumhuriyet bundan böyle ulusalcı bir çizgi izleyecektir" kararı tebliğ edildi, ben de istifa ettim.

AGOS ve Birgün duraklarımdan geçip T24'de demir attıktan bir süre sonra epey yenilenmiş Cumhuriyet yönetimi beni yeniden göreve çağırdı. Başıma gelecekleri üç aşağı beş yukarı tahmin ettiğim için duraksadım ama başkanlığını Orhan Erinç ağabeyimin yaptığı Cumhuriyet Vakfı'nın -deyim uygunsa- ikinci adamı Akın Atalay "Gelir misin diye sormuyorum ki, hemen gel diyorum" dedi; Oya Baydar önümden çekti, Doğan Akın arkamdan itti. "Bu bir görevdir, kaçınmak olmaz" talimatları eşliğinde yeniden yuvaya döndüm.

Bir süre sonra 6-7 Eylül'ün yıldönümü dolayısıyla "Anadolu'nun ve ille de sermayenin Türkleştirilmesi" başlıklı bir Tırmık yayınladım. İttihat Terakki'nin Türk milliyetçisi çizgisiyle bu toprakların Türk olmayan kadim halklarına uygulanan sistemli temizlik operasyonlarını ve mallarına el konularak sermayenin de Türkleştirilmesine değinen bir Tırmık'tı. Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında adı ünü çok duyulmuş olanlardan, o dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'un "azgın bir ırkçılık" ürünü demecini de kanıt olarak ekledim. Merak edenler için o yazıyı şuraya bırakayım: Anadolu'nun ve İlle de Sermayenin Türkleştirilmesi

Yazıya Cumhuriyet okur kitlesi içinde var olan, kestirmeden "ulusalcı" denen Türk milliyetçilerinden beklediğimin çok ötesinde ve eleştiri değil düşmanlık kusan tepkiler art arda geldi.

Yazıda aktardığım olgulara itiraz eden hemen hemen yoktu. Ama yazının son paragrafı kıyamet kopardı. Okur tepkilerinin hepsini aktaramam. En tipik olanını aktarayım, ötesini siz tahmin edin:

"…Ah şu liberal asalaklar, ah şu numaracı cumhuriyetçiler, Mahmut Esat Bozkurt gibi omurgalı, sapına kadar antiemperyalist ve yurtsever olabilselerdi, ne Kosova düzlüğünde, ne de Şengal tepelerinde bebekler ölmezdi..."

Gazeteye daha yeni dönmüşüm, ayağımın tozuyla okurlarla takışmak yakışık almaz. Oturdum bunu yazan adama kısa bir soru yazıp e-mektupla yolladım:

"18 Eylül 1930'de Ödemiş'in Gölcük yaylasında 'Benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi Türk'tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmak, köle olmaktır' diyen Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'tan söz etmiyorsunuz değil mi?"

Cevap geldi: "Evet, aynı Mahmut Esat Bozkurt'dan söz ediyorum. Biraz tarih öğren satılmış liboş, satılmış PKK'lı."

Artık bir cevap daha vermedim.

* * *

Aktardığım, okurlardan yağmur gibi gelen milliyetçi tepkilerden sadece biriydi.

Meslektaşlardan da kolları sıvayanlar oldu. Az da olsa tanışıklığımız olan bir şair eskisi, bir internet sitesinde benim Tırmık üsüne zehir zemberek bir yazı döktürmüş. Bir tanıdık haber verdi. Uzun bir yazı. Bari can alıcı paragrafı aktarayım:

"…Meğer Mahmut Esat Bozkurt faşist ve Nazi ırkçısı imiş! 'Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır; o da Türklere hizmetçi olmaktır, köle olmaktır!' diyesiymiş. Dolayısıyla bu ülkede yaşayan milyonlarca Pomak, Kürt, Laz, Çerkez, Boşnak, Ermeni, Arnavut, Arap ve Roman'a hakaret etmekteymiş. İnternette bu ve bunun gibi cümleler var. Ama çoğunun kaynağı yok. Verilen kaynakların tamamına yakını da ya uydurma ya da yanlış…"

Ardından Mahmut Esat Bozkurt güzellemeleri gazetenin içine de sıçradı. Satır aralarında lâf çarptıran dört, beş yazar oldu. Biri şöyle diyordu:

"…Mahmut Esat Bozkurt'a da saldırılar yavaşça, tırmıklayarak başlatıldı…" 

Eh bütün bu kadar milliyetçi hatta ırkçı hezeyan cevapsız kalmamalıydı. Cumhuriyet gazetesi arşivinden 22 Eylül 1930 tarihli gazeteyi çıkardım. Cumhuriyet, o utanç verici demecinden dört gün sonra Mahmut Esat Bozkurt'un görevinden alındığını "Elhamdülillah" başlığı ile haberleştirmişti. Haber "Adliye vekili nihayet istifaya mecbur oldu" diye bitiyordu.

Mahmut Esat Bozkurt bir daha bakanlık yüzü göremedi.

Cumhuriyet'in o haberini belge olarak koyup okurlara da, aynı çatı altında çalıştığım kimi yazarlara bir kez daha sordum:

- Mahmut Esat Bozkurt 18 Eylül 1930 günü Ödemiş'in Gölcük Yaylasında konuştu ve "Benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi Türk'tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmak, köle olmaktır" dedi. Bu tartışma götürmez ırkçı görüşü siz de benimsiyor musunuz?

Tek kişiden, tek satırlık bile cevap gelmedi. Sustular. Anlaşılan hepsi dut yemişti…

* * *

Biliyorum pek mavraya benzemedi. Benzediyse bile çok kişisel bir mavra oldu. Ama Cumhuriyet gazetesini yönetenlerin Süleyman Soylu'ya çaktırmadan destek verip "Dedikleriniz doğru ama onları biz yapmadık, eski yönetim yaptı" diyebildiği bir günde başka türlü bir mavra yazmak içimden gelmedi.

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"