Kestirmeden gidip, bizim mesleğin en yalama olmuş klişesini kullanıp "İzninizle izin yapacağım" desem dalga geçeceksiniz. Aydın efendi, T24'e yeniden döndüğünden beri zaten iki gün yazıyor, üç gün kaytarıyorsun. Ne yaptın, ne kadar yoruldun da izne çıkmak için izin istiyorsun" diye zalim okur rolüne soyunacaksınız. Kimilerinizin daha da zalimleşerek, "Zaten ne yazıyorsun ki, iki üç üfürükten Tırmık'la günleri geçiştiriyorsun" demesi bile olası...
Ama ben zaten yorgun değilim.
Bıkkınım bıkkın…
Siyaset adını taktıkları itiş kakışı izlemekten; karşılıklı laf sokuşturmaları dinleyip sonuç ya da anlam çıkarmaya çabalamaktan; ekonomi dehası Damat "Burası çok önemli" dediğinde orada 'önem' arayıp bulamamaktan bıktım...
AKP Reisi fırsat buldukça "Demokrasimizi, hukuk düzenimizi, özgürlüklerimizi AB ülkelerini kıskandıracak düzeye ulaştırdık elhamdülillah" dediğinde dişlerimi sıkmaktan bıktım...
Genç siyasetçi Ekrem İmamoğlu çok başarılı bir seçim kampanyasının ardından Reis'i ve takımını "Dut yemiş bülbül"e döndürüp İBB koltuğuna bu kez fark atarak (hem de ne fark) oturmasının keyfini yaşarken, İBB Başkanlık makamı için "Makam odası benim özelimdir, kamusal alan değildir" gibi bir inci yumurtlayınca yutkunmaktan bıktım.
S-400'lerden, F-35'lerden bıktım…
Suriye ya da Irak topraklarında şehit düşen gencecik erlerden acıyla değil, bir kahramanlık destanı anlatır gibi söz eden pişkin siyaset bezirganlarınından, Türk milliyetçilerinin sözlerini, tweetlerini, demeçlerini okumaktan, izlemekten bıktım...
Asfalttan, betondan, korna sesinden, egzoz gazı solumaktan bıktım...
Başımı kaldırıp gökyüzüne baktığımda yıldızları göremediğim kent ışıklarından bıktım...
Bıkmaktan bile bıktım...
* * *
On gün yokum.
Gidiyorum. Yıldızları saymaya gidiyorum.
Çocukluğumdan beri bilmek istedim: Gökte kaç yıldız var?
Küçücük çocukken, akşam karanlığı bastığında, omuzuna yaslanıp, "anne kokusu"nu içime çektiğim annem mavi gözlerini kırpıştırarak bana yıldızları anlatırdı:
- Bak bu Büyük Ayı… Gel şimdi Küçük Ayı'yı bulalım. Güzel, şimdi de ters dönmüş cezveye benzeyen Küçük Ayı'nın son iki yıldızının aralığı kadar beş defa ileriye bakalım. Bak işte gördün, o Kutup Yıldızı… Parmağımın ucundan bak, işte o Zühre (Venüs), bazan akşam, bazan sabah yıldızı olur… Görmüyoruz ama orada Utarit (Merkür) var… Şu parlak yıldız Merih (Mars) olsa gerek. Ya şu uzayıp giden Samanyolu, ne güzel değil mi?..
Çocuk bu, sorar:
- Gökte kaç yıldız var anne?
Her şeyi bilen anne soruyu geçiştirir:
- Oooo, onu kimse bilemez…
Çocuk bu, sorar:
- Bilen yok mu? Gökte kaç yıldız var anne?
Anne çaresiz:
- Çok var oğulcuğum, gökte çok ama çok çok yıldız var…
Hımmm!.. Her şeyi bilen anne bunu bilmiyor…
* * *
Ben yıldızları saymaya gidiyorum.
Televizyon seyretmek zaten yok. Bilgisayarın kapağı hiç kaldırılmayacak. Cep telefonu kesinlikle kapalı.
Kent ışıklarından çok uzakta, toprağa sırtüstü uzanıp yıldızları sayacağım.
Deniz durgunsa geceleyin denizde sırtüstü yatıp yine yıldızları sayacak, ilkokulda aritmetik dersinde öğretildiği gibi "sağlama" yapacağım.
Gemiyse gemi, motorsa motor, guletse gulet, olmadı kum motoru, güverteye sırtüstü uzanıp yıldızları sayacağım. Yine "sağlama" yapacağım.
On gün yokum.
Ben yıldızları saymaya gidiyorum.
Döndüğümde size de söylerim.
Söz...