Bu, Suriye toprağından son Tırmık. Yazının başlığı bir genelleme. Okuyan, yazarın Suriye’de toplumun çeşitli kesimleriyle konuştuktan, notlar aldıktan sonra böyle bir yargıya vardığını sanacak.
Öyle değil. Rehber-tercüman, onun akıllı karısı, otelde Türkmen ağzıyla Türkçe konuşan garson gibi üç beş kişiyle sınırlı bir gözlem. Ama yine de yazının başlığını böyle koydum.
Bu bir sezgi, Ama yanılmadığımı sanıyorum.
Suriye uzun, çok uzun yıllar dünyadan yalıtlanmış; sürekli savaş ekonomisi ve psikolojisi içinde yaşamak zorunda kalmış, halka refah getirebilecek ekonomik olanakları silaha, silahlanmaya, ihtiyacının çok ötesinde bir ordu beslemeye ayırmış bir ülke. Oysa kendine yetecek ve 1,5 milyon varil de ihraç edecek kadar düşük kaliteli de olsa petrolü var. Kıyıya paralel uzanan bölgelerinde bitek ovalar yine kendine yetecek kadar buğday, pamuk hasadı sağlıyor.
Gel gör ki...
Gel gör ki Baas Partisinin 1963’de başlayan, ve 1971’de Hafız Esad’ın askeri darbesiyle pekişen iktidarı Suriye’yi refaha değil yalıtılmışlığa ve yoksulluğa taşıdı. Israil’le burun buruna yaşayan; Filistin göçmenlerine zorunlu olarak kucak açıp onlara iş ve aş bulmak zorunda kalan: Israil’e karşı Lübnan’ın askeri koruyuculuğunu üstlenen; Amerika, Irak’ı işgal edince neredeyse tümü çölden ibaret sınırı geçip Suriye’ye sığınan 3,5 milyon Iraklıyı da barındırması gereken Suriye’nin zaten bu koşullarda refaha ulaşabilmesi zaten mümkün değildi.
“İştirakiyyun” diye adlandırılan ve bir tür “Arap sosyalizmi” olarak tanımlanan Baas Partisi programı son kalesi Suriye’de de hemen hemen terkedildi. Aşırı devletçi bir ekonomik program, antiemperyalizm üstüne kurulu bir dışpolitika Suriye’de yıllar boyu belirleyici ideolojik hat oldu. Ancak Sovyetler Birliği’nin çöküşünü izleyen yıllarda zaten çıkmazda olan Baas ideolojisi iyiden iyiye anlamsızlaştı.
Hafız Esad’ın ölümünün ardından neredeyse arkasından itilerek, adeta istemeye istemeye devlet başkanlığını üstlenen oğul Beşar Esad’la yeni bir dörnem başlamış. Beşar “müjde getiren” demek. Suriye’nin sürekli savaş kokan dış politika çizgisi ağır ağır reddediliyor. Beşar, yüzünü barışa dönmüş gibi. Hatta Israil’le bile barışa. Yani genç adam adının hakkını veriyor gibi...
Uzağa gitmeye gerek yok. Neredeyse 40 yıldır Suriye, Türkiye açısından düşman değilse bile “dost bir ülke” de değildi. Oysa şimdi, şu günlerde Suriye ve Türkiye askeri birlikleri ortak manevralar düzenliyor. Haber Türkiye’de nasıl bir etki yaptı bilemiyorum. Ama burada heyecanla karşılandı. Ancak kimsenin işin askeri boyutuyla ilgilendiği yok. Sokaktaki insan “Bugün askerler ortak iş yapar, yarın biz” demekte. Kuzey’deki büyük komşu ile ticaretin, turizmin, siyasal ilişkilerin açılması, gelişmesi burada barışa açılan yollardan biri olarak kavranıyor ve umut veriyor.
* * *
Biliyorum, haddimi aştım. Dış politika uzmanlarının alanına girdim ve bu konuda bilgilerim pek kısıtlı. Ama Şam ve Halep sokaklarındaki bu olumlu havayı koklamak için ille dış politika uzmanı olmak da gerekmiyor.
Yine de yazıyı burada noktalayayım. Artık memlekete dönmeli.
Dönmeli, çünkü orayı boş bırakmaya gelmiyor. Kısa bir internet turu attım.(Yarım saatına 9,5 dolar öderseniz internet turunu ister istemez kısa tutarsınız). Memlekette neler olmuş neler: Aynı anda 50-60 hücre evi basılmış. İstanbul Bostancı’da tek terörist mi, üç terörist mi anlayamadım ama saatler süren çatışma çıkmış. Ölenler var(mış). Kimmiş, kimlermiş anlaşılmıyor. Ancak bir şeyler olduğu besbelli. Dahası Çarşamba sabahı mayın patlatılmış ve 10 asker şehit düşmüş. PKK “ateş kestim” dediydi. O mu caymış, başkaları bir kanlı senaryoyuyu mu sahneye koyuyor bilemem. Ama ”Ya savaş biterse” korkusuna kapılanların yeniden ölüm saçmaya başladıkları anlaşılıyor.
Ben artık döneyim...