17 Nisan 2014

Barış sürecinin bir tarafı MİT mi ?

Kısaca “Barış süreci”, hatta daha da kısa “süreç” diye Kürt sorununa barışçıl çözüm bulma girişiminde taraflardan biri İmralı. Haydi İmralı ile sınırlamayalım,”İmralı – Kandil – BDP” üçgeni.

Kısaca “Barış süreci”, hatta daha da kısa “süreç” diye adlandırılan Kürt sorununa barışçıl çözüm bulma girişiminde taraflardan biri İmralı. Haydi İmralı ile sınırlamayalım,”İmralı – Kandil – BDP” üçgeni.

Peki masanın öbür tarafında kim var?

Ankara’da hem hükümetin, hem pek çok Ankaralı meslektaşımın tabiri ile masanın karşı tarafındaki hükümet değil, devlet

Ne demek bu ?

Hani “askeri vesayet dönemi” diye adlandırdığımız, 2005’e kadar –gitgide zayıflayarak da olsa- sürüp giden, devletin dizginlerinin Milli Güvenlik Kurulu’nun ellerinde olduğu; Anayasa’dan çok kırmızı kaplı ve gizli ”Devlet Güvenlik Belgesi”nin geçerli olduğu dönemde böyle denseydi anlardım, anlardık.

Çünkü o dönemlerde Ankara gazetecisi arkadaşlarımız “Tamam seçimden filanca parti çıktı, hükümeti o kuracak. Ancak hükümeti ele geçirebilir ama devleti asla” derlerdi, bu işlere pek aklı ermeyen biz İstanbul gazetecileri de “demek ki öyleymiş” der boynumuzu bükerdik.

Haydi biraz mesleki özeleştiri de içeren bir itirafta bulunayım. Diklenip “O ne demek o? Ne yani hükümeti siyasetçiler, devleti üniformalı üniformasız memurlar mı idare ediyor? Saçmalamayın allahaşkına”  demek pek aklımıza gelmezdi…

Neyse…

Ancak AKP hükümetinin başı defalarca, kostak kostak ilan etti: “Askeri vesayet rejimini biz bir daha geri gelmemecesine gömdük. Artık bu ülkeye millet iradesi hakimdir…”

Eh askeri vesayet döneminin şimdilik –inşaallah ebediyyen- bittiği bir gerçek. Tamam askeri vesayet ama bitti ama yerine sahici bir demokrasi de gelmedi. “Tek parti- tek adam” egemenliğine dayanan bir başka vesayet rejiminin taşları döşeniyor.

Ancak kabul edelim, askeri vesayet dönemi artık geride kaldı.

O zaman barış süreci ile ilgili olarak ha bire yinelenen “devlet –hükümet” ayrımı ile vurgulanmak istenen nedir?

Erdoğan ve tayfasının “İşler tersine döner de başımız belaya girdiğinde bir mazeretimiz olsun” diye uydurdukları ve galiba yutturdukları  “İmralı ile hükümet değil devlet görüşüyor” cümlesi bir laf salatasından öte anlam taşımıyor.

MİT’i müsteşarı yönetir. Müsteşar bir memurdur. Amiri de Başbakan’dır.

Memur dediğin de amirinin emirlerini yerine getirmekle yükümlü bir kamu görevlisidir.

Eğer Kürt sorununda Öcalan’ın son dönemde bütün ağırlığı “yasal zemin ve müzakere dönemi”ne verdiğini gözönüne alırsak bunu “MİT’le Kürt siyasal hareketi resmen müzareke etsin; bunun hukuksal zemini yaratılsın” diye anlayamayız.

Anlamamalıyız.

Öcalan bunu kastediyorsa bunun yanlışlığını çekinmeden söylemeliyiz.

Bunu, benim gibi hiçbir yetkisi ve sorumluluğu olmayanların söylemesi anlamlı değil.

Buna karşılık Kürt siyasal hareketinin temsilcilerinin söylemesi, söyleyebilmesi hem anlamlı, hem önemli.

Mesela, Sırrı Sakık arkadaşımız, dün Meclis kürsüsünde “Barış sürecini” yürütüyor diye başında bir memur olan bir kuruma, MİT’e  teşekkür etmek yerine “Barış sürecini bundan böyle siyasal iktidar doğrudan, memurlarını aradan çıkararak, bizzat kendisi yürütmelidir” deseydi, sadece demokrasi değil barış süreci de kazanacaktı.

Öyle demedi.

Yazık…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"