PKK’dan beklenen açıklama geldi: 13 Ağustos’da başlayan ve seçimlere kadar süreceği sanılan, umulan ateşkes bitti.
Ateşkesin martta biteceği haftalar öncesinden belli olmuştu. İmralı bunun sinyalini vermişti. Şimdi PKK açıklamasıyla resmiyet kazandı.
Kandil’den gelen açıklamada ateşkesi bitirme gerekçesi şöyle ifade ediliyor:
"Operasyonlar durdurulmadı. KCK davasında anadilde savunma hakkı verilmedi; tek bir siyasi dahi serbest bırakılmadı. Öcalan'ın koşullarında iyileştirmeler yapılmadı. Görüşmeler müzakere sürecine evrilmedi. Adalet ve Hakikatleri Araştırma Komisyonları kurulmadı. Yüzde 10 barajı aşağı çekilmedi."
İster bu açıklamaya, ister sadece haberin başlığına gelebilecek tepkileri tahmin etmek güç değil. T24’e bile “yorumcu” olarak bulaşan kimi kafalar var. Onların ne diyeceği belli: Irkçı, milliyetçi önyargılarının tutsaklığında fikir değil küfür tepkileri verecekler.
Yani o kafalara söylenecek sözüm yok. Zaten ne olsun ki ve neden olsun ki?
Ama bu ülkenin köklü bir Kürt sorunu olduğunu; bu sorunun ülkenin en yakıcı sorunu olduğunu kavramış; ülkenin insan ve ekonomik kaynaklarını tüketen, sadece acı ve ölüm üreten bu sorunun öncelikle, en öncelikle çözülmesi gerektiğini düşünenler arasında da ateşkesin seçimlere kadar sürdürülmesinden vazgeçtiği için PKK’yi, BDP’yi, Kürt siyasal hareketinin bileşenlerini suçlama, en azından kınama eğilimi var.
Neden?
Haydi “Kürt açılımı” denen sürecin başlarındaki o ünlü “Habur Kapısı” girişine kadar geri gitmeyelim. Ama 13 Ağustos’tan bu yana altı ay boyunca orda burda “Bu ülkenin sorunlarını biz çözeriz” diye afur tafur şişinen Hükümetin tepelerinden Kürt sorununu çözme yönünde atılmış bir adım var mı?
Peki “Bu hükümet sorun çözemez, sorun yaratır” diyen ve bunu ha bire diyen ana muhalefet partisinin attığı bir adımı; kamuoyunun önüne güvenilebilir ve savunulabilir bir çözüm planı, programı getirdiğini gören, bilen, duyan var mı?
Altı aydır bilinçli olarak kış uykusuna yatanlar “çatışmasızlık dönemi”nin bitmesinden en az İmralı, en az Kandil kadar sorumlu değiller mi?
Bir üst paragraftaki “en az” vurguları lafın gelişi kullanılmadı. Bu ülkenin sorununu çözme sorumluluğu öncelikle hükümetin sorumluluğu; o hükümeti akılcı, barışçı ve gerçekleşebilir adım atmaya zorlamak ana muhalefet partisinin ödevi değil mi?
Dönün, yazının başlarında aktarılan PKK gerekçelerine bir daha göz atın.
Mesela yüzde 10 barajının yüzde 5’e (bana kalsa yüzde sıfıra) indirmeyi ağzına bile almayan AKP elebaşıları bu tutumlarını pişkin bir sessizlik ötesinde nasıl açıklıyorlar? Kürt sorununun barışçıl çözümü, “savaş yerine siyaset – dağ yerine siyaset” değilse nedir?
Keza KCK davasında artık komedi düzeyini bile aşmış “bilinmeyen bir dil” safsatası yerine atılmış ne gibi bir adım var? (Hemen “yok” demeyin. Var. Diyarbakır’da görev yapan, evi orda olan, çocukları o kentte okula giden, Diyarbakır sokaklarında dolaşan yargıç artık “Bilinmeyen bir dil” demiyor; “Kürtçe olduğunu tahmin ettiğimiz bir dil” diyor. Yani tahmin gücü çok yüksek bir yargıçla karşı karşıyayız. Zaten mizah da böyle bir şeydir...)
* * *
Ardarda soruların sıralandığı bir Tırmık oldu. Elim alışmışken bir soruyla bitireyim:
Güneydoğu’dan yine ölüm haberleri, yine çatışma haberleri gelirse; büyük kentlerde terör eylemleri tırmanışa geçerse bunun sorumlusu sadece Kürtler mi olacak? (Cevap vermeden önce vicdanınızı bir yoklayın. Yerinde olduğuna eminseniz cevap verin).