T24’ün Ankara ekibine yeni katılan ve katıldığı günden beri “özel ve atlatma haber” değirmeni gibi çalışan genç meslektaşım Arzu Yıldız’la yarışamam. Nasıl yarışayım? Yılbaşı gecesi 22.58’de bile T24’de haber atıp, ardından, yılbaşı gecesidir bakarsın arada kaynar hesabı ile cep telefonumuza “Haber yolladım” diye SMS atan bir haberciden söz ediyorum…
Tamam yarışa girmiyorum ama ben de epey kıdemli bir haberciyim. Geri kalmak istemem. Size -isteyen olursa – belgeli, tanıklı bir rüşvet hikayesi aktaracağım.Ama boynum bükük. Günboyu T24 ve kimi gazetelerin internet sayfalarına yağan “fezleke’lerden seçmeler”de ve dün akşam TV haberciliğinde yüzakı işler yapan +1 televizyonunun Can Dündar’ın Canlı Gaste’sinde dudak uçaklatan rakamlar; 10 milyon, 20 milyon, 50 milyon dolarlar uçuşurken ben sizlere ancak ayda sadece 3 ve 8 bin (milyon değil bin) dolarlık ve sadece 3 yıl sürebilmiş bir rüşvet öyküsü anlatabiliyorum.
“Topu topu bu kadar mı? Pöh!.. Bu da gazetecilik mi şimdi” dediğinizi duyar gibiyim…
Ah zalim felek !..
* * *
Orta boydan biraz büyük, büyük boylardan epey küçük bir şirket. Belediyelerle iş yapıyor. Ama büyük kent belediyeleri onun için fazla büyük. Daha çok küçük iller ve büyük ilçelerde ihale peşinde.
Sahibi arkadaşım, genel müdürü çok yakın arkadaşım. Öyle rüşvet meseleleri konuşmak için filan değil; balığa şarabı katık edip keyifli bir “laf kaynatmak” için bir araya geldik.
Kaynattık da…
17 Aralık’ın dumanı henüz pek tazeydi. İster istemez kaynayan lafın merkezine o konu oturdu. Benim yakın arkadaş, “Tuzluğu uzatır mısın” dercesine sordu:
- Niye şaşırıyorsun ki? Bu işler böyledir?
- Nasıl yani:
- Şöyle yani… Bizim şirketi biliyorsun. Belediyelerde ihaleye girdiğinde ne verdiğin fiyat önemlidir, ne işi en iyi kimin yapabileceği… Aslolan “İhale şu şirkete verilsin” diyecek birilerini bulmaktır. Bulduk.
(Parantez: O adlı adınca söylüyor. Ben kim olduklarını çıkaramayacağınız ipuçları ile yetineceğim. Biri sonra bakanlık da yapmış bir AKP’li politikacı, öteki yine AKP’li ama ağırlığı olan bir danışman)
Devam etti:
- Pazarlığı da bağladık. Birine, ihale olsun olmasın, hatta ihale varsa biz kazanmış olalım ya da olmayalım, ayda 3 bin dolar ödüyoruz. Ötekine, o o sıralar daha etkili olduğundan 8 bin dolar. Her ay… Onlar da ilgili belediyeye “O arkadaşları kollayalım, iyidirler” gibi bir şeyler söylüyorlar. Belediyede bizi kolluyor. İhaleyi alıyoruz. Fahiş fiyat filan yok. Normal kârla işi yapıp paramızı alıyoruz. 3 ve 8 bin dolarlık “aidat”larımızı da düzenli ödüyoruz. Bu tam üç yıl sürdü. 2002’den 2005’ekadar…
- Sonra n’oldu?
- Hiiiç… İhaleler eşik atladı. Artık önce ihaleye katılan şirketler için “Bizden mi, değil mi” diye sorulmaya başlandı. Eh, biz de onlardan değiliz ya…
- Nereden belli?
- Yav çocuk olma!.. Şarap içiyor muyuz? İçiyoruz. Cuma namazında görülmüşlüğümüz var mı? Yok. Adımız gençliğimizde imam hatipliye değil aşırı solculuğa çıkmış mı? Çıkmış… Bitti. 2005’den sonra ihale alamaz olduk. Şirket de ister istemez battı. Ben şimdiki işime geçtim. 3 + 8 bin dolarlık düzenli aidat ödememiz de böylece bitti. Anladın mı?
- Anladım…
* * *
Hikâyeyi dinlediğim günlerde “Ben bunu, arkadaşıma zarar vermeden, kendim de savcının karşısına çıkmadan nasıl haberleştiririm” diye düşünmüştüm.
Şimdi düşünmüyorum.
Çünkü haber değeri yok.
Ocak 2014 Türkiye’sine ayda topu topu 11 bin (milyon değil bin) dolarlık rüşvetin haber değeri mi olurmuş?
Haksız mıyım?