On gün izin yaptım ve izin bitti.
On gündür karabataklar, martılar, saksağanlar ve yakın arkadaşım Hırsız Saksağan'la pek mutluyduk.
Onlar hâlâ uçuyor, daldan dala konuyor, çığlık çığlığa türkü söylüyor.
Bense artık onlara değil, kapağı yeniden açılan bilgisayar ekranına bakıyorum.
Dedim ya izin bitti.
Yazık.
Bana yazık.
* * *
On günde neler olup bittiğine baktım. AKP medyasında, "gazete gibi gazete"lerde, yabancı medyada yazılıp çizilenlerden internet haber sitelerine kadar hızlı bir gezinti yaptım.
Kafkaslardaki savaş haberleri ikincilleşmiş, Trump'ın umutlar doğuran "pozitif testi" haberi de sonuçsuz kalmış, dünyada Koronavirüs yeniden tırmanışa geçmiş, Türkiye'de hâlâ grip aşısı bulunmuyormuş ve pek bulunacağı da yokmuş, falanmış filanmış…
Ama gündemin baş köşesine Anayasa Mahkemesi oturmuş. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, "AKP yargısı" nitelemesini anasının ak sütü gibi hak eden bir karar vermiş. Anayasa Mahkemesi'nin Enis Berberoğlu'nun yeniden yargılanmasını öngören ("emreden" diye de okumalısınız) kararına omuz silkmiş, bildiğini ya da bildirileni okumuş ve "Hayır, yeniden yargılamayacağım" demiş.
Anayasa Mahkemesi’nin daha önce dehşetengiz, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile bisiklet polemiğine bu kez de bir üyenin Anayasa Mahkemesi binasının fotoğrafını taşıyan ve altına "ışıklar yanıyor" notunu düştüğü bir tweet eklenmiş ve kıyamet kopmuş.
AKP medyasının "köşebent yazar"ları Anayasa Mahkemesi binasının ışıkları ile Genel Kurmay binası ışıkları arasında gidip gelip, ağır ince yorumlar döktürmüşler. Tartışmaların ve gündemin göbeğine Anayasa Mahkemesi binasının ışıkları oturmuş.
Muhalif olma ve kalma cesaretini yitirmemiş medya ise "hukuktan bağımsızlaşmış" 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararını didiklemiş, mahkemenin kararını yerden yere vurmuş ve Anayasa'nın ihlâl edildiğinden yakınmış.
* * *
Gel gör ki, kimse gözlerini ve eleştiri oklarını Anayasa Mahkemesi'ne çevirmemiş. Tersine Anayasa Mahkemesi'ne toz kondurmamaya özen göstermiş…
Oysa toz kondurulmayan Anayasa Mahkemesi tepeden tırnağa toza batmış, yıkıntılar içinde adeta bir yaşayan ölü…
Anayasa Mahkemesi intihar ediyor…
Yavaş ve acılı bir intihar süreci bu.
Yavaşlık Anayasa Mahkemesi'nin, acı da biz yurttaşların payına düşüyor…
Dönün dört buçuk yıl geriye, 25 Şubat 2016'ya…
O gün MİT TIR'larına ilişkin haberleri nedeniyle casusluk iddiasıyla tutuklanan Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ile Ankara Temsilcisi Erdem Gül hakkında yürütülen soruşturmada "hak ihlali" yaşandığına hükmetti.
Henüz 2016'nın başlarındaydık. Henüz yargı erki tümüyle hukuktan bağımsızlaşmamış, tam anlamıyla "AKP yargısı"na dönüşmemişti.
Oysa AKP Reisi'nin hukukla ilişkisi çoktan o "mertebe"ye ulaşmıştı; belki de baştan beri o "mertebe"deydi.
Anayasa Mahkemesi'nin kararı üstüne AKP Reisi Cumhur'un başkanı kükredi:
- Ben Anayasa Mahkemesi'nin vermiş olduğu kararı kabul etmek durumunda değilim. Bunu çok açık net söyleyeyim ve verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum.
Kıyamet kopmadıysa da epey gürültü koptu. Anayasa'sında hâlâ ve nedense "…bir hukuk devletidir" yazan Türkiye Cumhuriyeti'nin en tepesindeki zat açıkça Anayasa'yı çiğniyordu. Muhalefet cephesinden epey sert eleştiriler geldi. Hatta AKP medyasında "bir zamanlar gazeteci" olduklarını hatırlayan birkaç kalem erbabı olabildince yumuşak olmasına özen göstererek "Şık olmadı" filan gibi utangaç çıkışlar yaptılar.
Peki, Anayasa Mahkemesi ne yaptı?
Hiiiiç…. Sustu. O ağır lâfları hazmetmeyi becerdi.
"Kendine gel efendi. Cumhurbaşkanı da olsan Anayasa Mahkemesi'nin kararlarını kabul etmiyorum, uymuyorum, diyemezsin" demedi, diyemedi.
Sustu.
Anayasa Mahkemesi'nin intihar sürecinde ağır bir dönüm anıydı. İntihar süreci daha da hızlanarak işlemeye başladı.
Anayasa Mahkemesi'nin sabıka dosyasına arada birkaç yeni kayıt da girdi. Mesela AKP Reisi'nin keyfince çıkardığı KHK'ların Anayasa Mahkemesi'nce incelenemeyeceğine ilişkin karar gibi.
O hızla birkaç gün öncesine geldik.
14. Ağır Ceza Mahkemesi, mahkeme kararlarının yasalara ve adalete uygun olup olmadığını denetlemek ve yanlışsa düzeltmek yetkisi ile donanmış Anayasa Mahkemesi'nin Enis Berberoğlu'nun yeniden yargılanması gerektiğini emreden kararına karşı omuz silkti. Yürekler acısı bir gerekçeyle "yeniden yargılamaya yer olmadığına" karar verdi…
Peki, Anayasa Mahkemesi ne yaptı?
Hiiiç…
14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, argo deyimle kendisine ve yasaya ve hukuka ve adalete harbiden "posta koyduğu" kararla ilgili 3,5 saat süren bir toplantı yaptı.
Sonra?
Hiiiiç… Bir karar alamadan, bir açıklama yapamadan dağıldı…
Böylece artık bundan böyle ağır ya da hafif hiçbir ceza mahkemesinin Anayasa'nın açık hükümlerine uyma zorunluğu kalmadı.
Bu duruma siyaset dilinde, hukuk dilinde ne denir bilemiyorum.
Ama Tırmık dilinde açık seçik ve duraksamadan ve korkmadan "Anayasa Mahkemesi intihar ediyor, hatta etti" denir…