İki hafta önce Altan Öymen'in 70. meslek yılı kutlandı. Çırakları, kalfaları "Altan abi" üstüne yazdılar. Meslek örgütümüz TGC, Altan abinin 70. meslek yılını, ona yaraşır bir coşku ve övgü ile karşıladı, kutladı.
51 yıldır bu mesleği yaptığım için kendimi "tarihi şahsiyet" olarak görmeye başladığım şu günlerde "meslekte 70 yıl" gerçeği ile karşılaşınca haddimi bildim, sesimi kıstım.
Ama daha uzun süre de kısmaya niyetim yok. Yeni yılın ilk "pazar mavrası"nda Altan Abi'den çok kişiye yararlı bir ders aktaracağım. Okuyunca bana hak vereceksiniz.
Buyrun…
* * *
12 Mart 1971 faşist darbesinin karanlık günleriydi. Darbeci generallerin faşizmi örtmek, en azından gölgelemek için kurdurdukları düzgün teknokratlardan oluşan hükümetten sabırlarının sonuna gelmiş 11 bürokrat bakan istifa etmişti.
Daha sonra "11'ler" olarak anılacak olan bu bakanlardan biri de Özer Derbil'di. Onu düzgün, dürüst ve gazeteci dostu bir bürokrat olarak tanır, bilirdik…
12 Mart faşizminin zorlu günlerinde soluk alınan bir pencere olarak nitelenen Yeni Ortam'daydık. Ben yazıişleri müdürü, Mustafa Ekmekçi ağabeyim de Ankara Bürosu şefi.
Telefon etti:
- Atla gel. Özer beye bir geçmiş olsuna gidelim. Çok haberimizde onun payı var. Yazı müdürüsün, sen de gelmelisin…
Gittim, sonra da birlikte Özer Derbil'in evine gittik.
Öğle sıcağında ağır goblen perdeleri sımsıkı kapatılmış, dinlemeye karşı önlem niyetine radyo hafiften açılmış, sade ama zevkle döşenmiş evinde bizi karşıladı. Öyle günlerde unutulmamış olmaktan hoşnuttu ve bunu farkettiriyordu.
Koltuklara kurulduk. Sohbet daha ısınmadan sordu:
- Kendimize birer içki ikram edelim. Ne içersiniz?
Tamam Ekmekçi ağabeyimdir, ustamdır ama ne de olsa Konya bozkırının Hadim kasabasındandır. Olanca sevimliliği ile sırıttı:
- Aydın, Özer beyin evinde her daim seçme içkiler bulunur. Şey… Ben bir viski alayım Özer Bey…
- Tamam. Engin bey siz?
Tabii ben bozkır değil, Ege çocuğuyum, üstelik Ödemiş aristokrasisindenim. Boru mu, Terzi Sadık, Ödemiş Halkevi Yönetim Kurulu üyesi, ayrıca Belediye Encümeni'nde de yedek üye.
- Ben mümkünse bir konyak rica edeyim Özer bey…
Ben yeni tanışıyorum ama besbelli ki aralarındaki hukuk da, dostluk da epey eski. Özer Derbil, Mustafa Ekmekçi'ye keyifle takıldı.
- Bak görüyor musun, içkiden anlayan adam nasıl belli oluyor. Konyak istedi. Sen Çetin Altan'ın yazılarından filan viskiyi duymuşun. İskoç köylülerinin damıtılmış arpa suyunu içkiden sayıyorsun.
Birazdan tekerlekli bir masada içkiler geldi. Mustafa abime viski, bana da göz kamaştıran, damak okşayan bir Martell.
Öğle sıcağı, hem de Ankara'nın boğucu bozkır sıcağı. Mustafa abimin viskisinde buzlar yüzüyor. Benimkinde yok. Bakındım, masada da buz yok. Olanca sevimliliğimle Özer beye döndüm:
- Özer bey, ben de biraz buz rica etsem.
Tamam efendi adam, zarif adam ama yüzümdeki "Tüh Allah müstahakını versin yazı müdürü" ifadesini saklayamadı. Ardından olanca zerafeti ile eğildi, benim konyak bardağımı önümden aldı ve gülümsedi:
- Ben size de viski ikram edeyim Aydın bey!..
* * *
Ankara'da bir iki gün daha aldım. İstanbul'a döneceğim. Esenboğa Havalimanında Altan Öymen'le karşılaştık. O da İstanbul'a gidiyor..
Uçak neredeyse bir buçuk saat rötarlı. Bekleyeceğiz çaresiz. Havaalanındaki "cafe"ye oturduk.
Altan abi kendine özgü gülümseyişi ile doğrudan lâfa girdi:
- Ekmekçi'yle Özer Derbil'i ziyaret etmişsiniz.
- Ettik abi.
- İyi etmişsiniz. Haaa, Ekmekçi viski istemiş; sen konyak istemişsin, Sonra da konyağına buz istemişsin.
Ankara küçük yer tabii. Hemen duyuluyor.
- Öyle oldu abi. Ama Özer bey konyağımı geri aldı, bana…
- Biliyorum, biliyorum. Konyağa, hem de Martell'e buz konmasını yüreği kaldırmamıştır…
Sonra da olanca çelebiliği ile derse başladı:
- Şimdi. Bir kere kanyak değil konyak tabii. Cognac yazılır konyak okunur. Konyak bölgesinden değilse ona brandy, weinbrand filan denir. Konyak sadece Fransa'nın Cognac bölgesinde üretilir.
Görgüsüzlüğüm belli olmasın diye pişkinliğe vurdum:
- Biliyorum abi.
Güldü:
- Sanmıyorum. Neyse… Konyak büyük balon bardağa en çok iki parmak konur. İki parmak dedimse dikine değil, enine iki parmak. Aslında tek parmak daha doğrudur. Neyse… Önce bardağı eline alıp iki avucunun arasında, okşaya okşaya ısıtırsın. Bu epey sürer. O sırada konyağın ne kadar seçkin bir içki olduğu, öyle viskiyle, brandy ile mukayese edilemeyeceği üstüne sıkı bir sohbete girilir. Bardağı yeteri kadar okşayıp hafiften ısıttıktan sonra ağzına götürürsün…
Çok anlıyorum ya konyak adabından, sözünü kestim:
- Tadını çıkararak içersin di mi abi?
- Hayır. Bardağı yeniden aşağı alır, bir süre daha okşar ve konyağın ne kadar seçkin bir içki olduğu üstüne sohbeti biraz daha koyulaştırırsın… Konyak bu övgüleri duyup içime hazır olunca, küçük bir yudum alır, ağzında çalkalamadan bir süre tutarsın, sonra hafifçe, yumuşacık, konyağı küstürmeden o yudumu boğazından aşağı yuvarlarsın…
* * *
O gün bugün konyaktan başkasına içki demem ve konyağı adabı ile içerim. Siz de içecekseniz, şöyle yapacaksınız:
Önce konyak bardağını iki avucunuzun arasına alıp okşayarak ısıtacak ve…
* * *
Bu yazı mavra olsun diye değil, konyak adabını benden öğrenin diye yazıldı.
Altan abi mi?
Dedik ya ustamızdır. Ondan çok şey öğrendim…
Hem meslekte, hem şeyde…
Şeyde…